3. "Ayşe" Takma Adlı "İfşa"cı Mine Nur Şen

Aşağıda ve sonraki bölümde, Ayşe ve Ahmet takma adını kullanarak beni cinsel taciz ve cinsel saldırıyla suçlayıp bir grup insanla beraber sosyal medya ve e-mail yoluyla linç etmeye çalışan Bülent Gültekin ve Mine Nur Şen'le yaşadığım olayları detaylı olarak aktaracağım. Tüm bu aktaracaklarımdan okuyucu ne çıkaracak bilemem. Aşağıda aktarmaya çalıştığım, kendisiyle kurmaya özen gösterdiğim insani ve sanatsal diyalogumdan sonra hâlâ Mine Nur Şen ve Bülent Gültekin'in kurguladığı taciz ve saldırı hikayesine inanmaya devam edilir mi? Bu ısrarın ne kadarının yeni olgularla fikir değiştirebilme esnekliğinin yokluğundan ne kadarının bana karşı işlenen suçun ağırlığını kaldıramamaktan kaynaklandığını allah bilir. 


“Ayşe” takma adıyla sosyal medya hesapları açan Mine Nur Şen ile Temmuz 2020’de Medrese’de verdiğim oyunculuk atölyeme katılmasıyla tanıştım. Beni üç yıldır tanıyan ve birçok atölyeme katılmış olan Bülent Gültekin'in (“Ahmet”) arkadaşı idi ve ikisi de benim uzun yıllar önce ayrıldığım üniversite tiyatrosundan  (BÜO) travmatik bir şekilde ayrılmışlardı.  Öğrendiğime göre önceki sene gruptan ayrılması sürecinde BG kendisine, benim kamplarımdan öğrendiği birtakım çalışmalar yaptırmış ve beraber çalıştıkları bir tiratla konservatuar sınavlarına girmiş. İyi bir bölüm kazansaymış okuduğu üniversiteyi bırakıp oyunculuk okumayı düşünmüş. Ancak sınavları iyi geçmesine rağmen mühendislik bölümünü yine de bırakıp sosyal bir bölüm okumak için tekrar sınava girip kazanmış.

 

Kendisiyle kamp sırasında çalıştığımız ilk tiradı Medea’dan bir parçaydı. Bu çalışmada “Ahmet” de vardı. Çalıştığımız tirat izleyen diğer katılımcıların beğenisini kazandı. Bunun üzerine daha önce BG ile çalışmış olduğu iki tiradı daha göstermek istedi. İlk tiradı olan Antigone’u önce tüm katılımcılara gösterdi. Son derece olumlu tepkiler aldı katılımcılardan. Ben ise “Güzel, ama yapılacak şeyler yine de var.” dedim. Çünkü biraz duygularıyla oynadığını düşündüm. O da çalışmak için çok istekli olduğunu söyledi. Ben de “Günün ikinci çalışmasından bir saat önce buluşup çalışalım.” dedim. O çalışmanın yarım saatten fazlasında hem Antigone hem de kendisinin tiyatro deneyimleri üzerine konuştuk ve kalan sürede de tiradı çalıştık. Önceki tirat çalışmamızda yaptığım gibi çalışmaya başlamadan önce kendisinden bedensel çalışma için izin aldım ve “Eğer çalışma sırasında bir rahatsızlık hissedersen ve ben anlamazsam lütfen hemen söyle.” dedim. Bu, öylesine söylenmiş bir ifade değil. Benim her çalışmamda son derece dikkat ettiğim bir detaydır. Çalışmamız bitince nasıl hissettiğini sorduğumda “Çok çok iyi.” diye yanıt verdi.  Dışarda çalışma için bekleyen diğer katılımcılar salona girdi. “Ayşe” tiradını oynadı. Salonda bir sessizlik oluştu. Dönüp baktığımda diğer katılımcıların “Ayşe”ye hayranlıkla baktıklarını gördüm. Yaşanan olumlu değişimin tüm katılımcıları etkilediğini çok iyi hatırlıyorum. Bu çalışma üzerine “Ayşe” bir tiradı daha olduğunu ve onu da birlikte çalışmak istediğini söyledi. Bir Yazdönümü Gecesi Rüyası’ndan Eleni tiradıydı. Bu tiradını da birlikte çalıştıktan sonra katılımcılara gösterdi. Bu tiradını Antigone tiradı çalışmasından hemen sonra çalıştık ve bu çalışmayı sadece konuşarak yaptık. Benzer olumlu tepkiler aldı bu tiradı da. Toplu halde yapılan hareket, dramaturji ve şarkı çalışmaları dışında “Ayşe” ile bu üç tiradı çalışmış olarak kamp sonlandı.








Kamp sonundaki değerlendirme toplantısında “Ayşe” ile son derece olumlu bir diyalog gerçekleşti. Kampın bittiğine ne kadar üzüldüğünü, kendisinin benimle kurduğu ilişkide kendisini ne kadar değerli hissettiğini anlattı. (Bu toplantının çözümünün tamamı ekler bölümündedir. Bu ses kaydını toplantıya katılmış herkesten izin alarak gerçekleştirdim. Toplantıya katılmış olanlar benden bu kaydı isteyebilir. Bana e-mail atmaları yeterlidir. )


 ---------------------------------------------------------------------------------

Ayşe”: Ben devam edeyim mi?


Celal Mordeniz: Tabii.


“Ayşe”: Ben çok üzgünüm... Romantik bir yere götürdüm ama... Bir yandan da güzel, hem böyle buruk bir şey de var. Çok güzel geçti bence. Böyle siz de demiştiniz ya hayat dramaturjisi diye. Gerçekten oydu tam olarak, insan olmayı hatırladım kendi adıma ve o yüzden zaten değiştim, yani kendimi farklı görmeye başladım. Çünkü çok basit, bir şeyler çok basit, o basitliği kavrayabilmek için üzerinde düşündük burada, bir şeyler konuştuk ve o basitliği kavradıkça da değiştik bence. Çünkü sanatı, hayatı, aşkı çok ulvi bir yere taşıdığımız zaman kutsal, üzerinde düşünülmeyen bir şeye de dönüşüyor.  Çünkü o kutsal, o başka bir şey. Anlamı aramak zor, bulmak çok zor onu burada yaptığımız gibi çok basite indirgemek ise…


Celal Mordeniz: Konuşmadık kutsallığı ama temamızın içeriğinde vardı. Kutsal demek aslında gizlemek demektir. Neyi gizler kutsal? Şiddeti gizler, aslında tehlikeyi gizlemek için. O yüzden gerekir kutsallık mekanizması ama bir şeylerde bir kutsallık görüyorsanız orada gizlenmiş ya da sarmalanmış bir şiddet ihtimali vardır. ... Kutsallık paradigmasını çözmek göz ayarı yapmak gibidir. Dramaturji derslerimizde yaptığımız şey biraz buydu. Bak, gör ve kabul et. Üstelik bu acılı bir süreç değil bilakis arzu tuzaklarına düşmüyorsan zevkli. Bir tirat atmak müthiş bir hazza dönüşür. Halbuki normalde nedir? Görevdir değil mi? Ama oradaki potansiyelleri, oradaki detayları, çıplak gözle yani kutsallaştırmadan baktığınızda görebilirsiniz. Kutsallığından sıyırmak demek saygısızlık değil bakın. Olduğu gibi görmeye çalışmak demek. O zaman göreceksiniz ne detaylar var. Ne ilginç şeyler var… Yani yazarın niyetinin bile ötesine geçebilirsiniz. ... Neyse kutsallıktan böyle biraz uzadı. Evet… Lütfen kaybetmemiş ol kaldığın yeri. 


“Ayşe”: Bunları evet oturup konuşsak konuşurduk ama bunun burada pratikte de deneyimlenebiliyor olması da çok önemli. Orada da işte, buranın kuruluş biçimi, yani ben birçok şeyle, en azından nasıl baktığımla karşılaştım burada. Bu sizden kaynaklanıyor çok büyük ihtimalle. 


Celal Mordeniz: Biraz açar mısın?


“Ayşe”: Şöyle bir şeyden bahsediyorum… Mesela şey demiştiniz, bir yönetmen, oyuncusuna değersiz hissettirmemeli demiştiniz. Sizin yaklaşımınız benim de birini, bir şeyi izlerkenki bakışımı çok etkiledi o sözle. Veyâhut şey, bir şeye bakılırsa hep eksiklikleri görürüz… “Ben çok kibirli bir seyirciydim eskiden” demiştiniz.


Celal Mordeniz: Evet.


“Ayşe”: Hep böyle en kötüsünü görürüz ya da en zayıf noktalara çekeriz.


Celal Mordeniz: “Bana bunu göstermeye nasıl cüret eder.” derdim. Ukalaya bak. (Gülüşmeler)


“Ayşe”: Evet, aynen. Ben de öyleydim, bence hepimizde öyle bir yan vardır yani.


Celal Mordeniz: Tabii, hepimizde var.


“Ayşe”: Ve onunla karşılaşmak çok çok ilginçti, size de söylemiştim zaten, bunun hiç zor bir şey olmadığını, aslında öyle bakmamanın daha kolay bir şey olduğunu da fark ettim.


Celal Mordeniz: Aptal gibi görünmekten korkarız çünkü. Ukala zekâmızla her şeyi görelim isteriz ama asıl o zaman gerçekten aptalca şeyler yaparız, aptal gibi görünürüz. Baktığımız yerdeki her şeyi kaçırırız, olasılıkları, güzellikleri, imkanları, senin vereceğin katkıyı. Daha zeki de olmazsın. Ve evet, yönetmen oyuncuya değerli hissettirmeli, her tür insan ilişkisi böyle olmalı bence zaten: daha değerli, güzel, iyi hissettirmeli karşı tarafı. İki insan karşı karşıya geldiğinde bir mucize gerçekleşme ihtimali doğar. İşte âşık insan hep bir kişiye takılıp kalır ama aşkla değil sevgi ile hareket edersek herkesle bu mucize gerçekleşir. Ama illa herkesle aynı ilişkinin yaşanacağını söylemiyorum. Aynı çalışmayı yapmadığım gibi sizle de. Kiminizle sadece konuşarak çalıştık, kiminizle herkesle beraber, kiminizle ayrı çalıştık vs. Her insanla bambaşka hikayeler doğar dolayısıyla. 


Toplantının tam çözümü Ekler kısmındadır.

----------------------------------------------------------------------------


Kampın bittiği gün Instagram hesabından toplu kamp fotoğrafımızı yayınladı ve kampın bittiğine üzüldüğünü ifade eden bir yorum yazdı. 


Birkaç günlüğüne Bülent Gültekin ile birlikte Medrese'den ayrılıp Erkan Uyanıksoy ve Elif Temuçin’in atölyesine katılmak için tekrar döndü.


Bu gelişinde BG'nin de olduğu avludaki ayaküstü bir konuşma sırasında “Ayşe” aynen şu ifadeleri kullandı: “O kadar zevkli ki ömrümün sonuna kadar sadece tirat çalışabilirim.” Aynı konuşma içerisinde tek kişilik bir oyun çalışmak istediğini de söyledi. 

 

“Ayşe”deki oyunculuk tutkusunu ve yeteneğini kamptaki herkes gibi ben de fark ettim. Uzun vadede çalışması için daha önceden biraz çalışmış olduğum Leyla Erbil’in üç öyküsünü, kendisine Bülent Gültekin ("Ahmet") aracılığıyla ilettim. Bu öyküler Konuşmadan Geçen Bir Tren Yolculuğu, Ayna ve Ölü idi. Bir gün sonra beni bulup “Ben Ölü'yü seçtim. Metni çok sevdim” dedi. Benim de “En zor olanı seçmişsin.” dediğimi hatırlıyorum. Bu sırada kendisinin kampı başlamıştı. Kampının başladığı üçüncü ya da dördüncü günü “Ben metnin ilk dört sayfasını ezberledim birlikte çalışabilir miyiz?” diye sordu. Açıkçası şaşırdığımı hatırlıyorum. Çünkü kampı devam ederken bunu yapmasını beklemiyordum. İstanbul’a döndükten sonra çalışacağını düşünüyordum. Onun çalışma isteğine olumlu yanıt verdim ve metnin üçte birlik kısmına tekabül eden ezberlediği kısmı üzerine çalıştık. Bu çalışmada Leyla Erbil metinleri, dramaturji ve oyunculuk üslubu üzerine uzun uzun konuştuktan sonra metni sahnede çalıştık. Her seferinde yaptığım gibi bedensel çalışma öncesinde kendisinden izin alırken rahatsız olduğu an söylemesini ekledim ve çalışmamız bittikten sonra ne hissettiğini sordum. Önceki üç tirat çalışmasında söylediği gibi çok iyi hissettiğini, hafiflemiş ve metni daha iyi kavramış olduğunu söyledi. Bu çalışmadan sonra “Kendine zaman tanıyarak bu minvalde çalışmaya devam edebilirsin.” dedim ve çalışmayı bitirdik. 


Daha sonra Medrese’deki 10 günlük kampı bitmeden önce bir kez daha beni bulup metnin 3-4 sayfasını daha ezberlediğini, tekrar çalışmamızın mümkün olup olmadığını sordu. O gün gündüz vakti meşgul olduğumu,  akşamüstü vaktinde de çocuklarımla vakit geçirmem gerektiğimi söyledim. Bildiğim kadarıyla o gün kamp alanındaki son günüydü. Sanırım bu sebeple “peki çocuklar yattıktan sonra yorgun olmazsanız çalışabilir miyiz” diye ısrar etti. Ben de peki dedim. Gece 10 sularında beni, bulunduğum bir sohbet ortamında buldu ve “Hocam ben hazırım çalışabilir miyiz?” dedi. Kendisi birkaç saattir alt kattaki büyük salonda prova yapıyormuş. Ben gitmekte biraz gecikince ikinci kez gelip çalışmak için beni beklediğini söylediğini de hatırlıyorum çünkü yeni girdiğim sohbet ortamından ayrılmam biraz uzamıştı. 

Bu çalışmadan önce, yaptığımız çalışmalarla ilgili ne düşündüğünü sordum. Her çalışma sonrasında dediği gibi kısaca çok iyi olduğunu, iyi hissettiğini söyledi. Ben daha detaylı düşünüp cevap vermesi için ısrarcı oldum. O da bana ilk çalışmamızdan sonra kendisinde şöyle bir düşünce belirdiğini söyledi. “Eski bir feminist olarak ilk tepkim bundan rahatsız olmam gerektiği yönünde oldu ama hemen ardından bunun feminist geçmişimden getirdiğim tabulardan başka bir şey olmadığını fark ettim” dedi ve bu sebeple çalışmamız sırasında çok rahat hissettiğini ekledi. Bu minvalde uzun uzun konuştuk. Sonra o da bana soru sormak istediğini söyledi. Bana, yaptığım çalışmalardan dolayı daha önce kimseden bir rahatsızlık şikâyeti alıp almadığımı sordu. Ben de hiç kimseden böyle bir şey ne duydum ne de hissettim dedim. Eğer iki insan aralarında gerçek bir diyalog yaratabilirse hiçbir çalışmanın bir meseleye dönüşmeyeceğini söyledim. 

Gadamer’den aldığım bir kavramla açıklamaya çalıştım meseleyi. Gadamer’e göre her insan ilişkisi bir Ben-Sen ilişkisidir. Ben-Sen ilişkisi üç tiptir. Birincisi, Ben’in Sen’i nesneleştirdiği köle-efendi, patron-işçi gibi ilişkilerdir. İkincisi, Ben’in Sen’i nesneleştirmediği ancak özne olarak da görmediği klasik öğretmen-öğrenci ilişkisidir. Üçüncüsünde ise Ben ve Sen’in ikisi de öznedir ve ilişkileri diyalojiktir. Yine Gadamer’e göre gerçek sanat eserleri alımlayıcıyla bu üçüncü tip Ben-Sen ilişkisi yani bir diyalog kurarlar. “Yıllardır verdiğim atölyenin ve tezimin başlığı bu yüzden “Hareket, Eylem ve Diyalog”dur.” dedim. “Katılımcılarım bazen diyalog başlığını sahnede iki oyuncunun konuşması zanneder ama kampların sonunda oyuncunun önce yönetmen, diğer oyuncular ve metinle diyalojik ilişki kurabilirse bunun sonucu olarak da seyirciyle diyalog kurabileceklerini kastettiğim az-çok ortaya çıkar.” dedim. “Eğer oyuncuyla diyalojik bir ilişki kurmayı başarırsan bu durumda artık benim yaptırdığım bir çalışmadan bahsedemeyiz, birlikte bir diyalogun içinden çıkan iki tarafın da eşit düzeyde özne olduğu bir olay gerçekleşir. Ayrıca oyuncu eğer tiyatro bağlamından asla kopulmadığını ve kendindeki değişimleri fark ederse güven ilişkisi tesis edilir.” dedim. Ve “Ayşe”ye “Senin de benimle çalışırken rahatsız olmamanın ve çalışmaya devam etmek istemenin sebebi bence bu.” diye ekledim. O da bu yorumuma hak verdi. Son olarak daha önce başka bir oyuncuyla kendisiyle çalıştığımız gibi bu çalışmayı tekrar etmediğimi, kendisiyle bu çalışmanın sınırlarını genişletmekte olduğumuzu da ekledim. Ardından “Tekrar çalışalım mı?” diye sordum. Daha önceki dört birebir çalışmamızda dediği gibi yine “çok isterim” diye cevap verdi. 



Burada bir parantez açmak istiyorum: "Ayşe" ve Bülent Gültekin yazdıkları suçlama metninde benim karanlık niyetlerimin olduğunu ispat etmek için iki detay aktarıyorlar. İkisinin de gerçekliği aşırı yorumla tümüyle bozguna uğratılmış. Bu iddialar ve işin aslı şöyle:


BG benim "Ayşe"nin Instagram'daki bir fotoğrafına bir yorum yazıp sonra da silmemi niyetimin kötülüğüne kanıt olarak göstermiş. Ne yazdığımı bile söyleyemeden bu şekilde yazınca tacize kanıt oluveriyor birden bu yazıp silme hareketi.  Bu nasıl bir kanıttır anlamak zor. Bu durumu açıklamak komik benim açımdan ama insanları böyle detaylarla ikna ettiğine göre açıklamam gerek. Evet "Ayşe"nin Instagramdan paylaştığı bir fotoğrafa yorum yazıp ardından sildim. Paylaştığı fotoğraf şuydu:




Bu fotoğrafta üç eski katılımcım birlikte çalışma yapıyorlardı ve bu beni mutlu etmişti. Fotoğrafa "Allah muhabbetinizi artırsın." yorumu yaptım. Beni tanıyanlar bilir, imla konusuna biraz takıntılıyımdır. Bir an "artırsın" mı "arttırsın" mı şüphesine düştüm ve doğrusunu tekrar yazarım düşüncesiyle yorumu sildim. Daha sonra da tekrar yazmayı unuttum. Bu da beni BG'ye göre kötü niyetli yapmış oluyor. 


Bülent Gültekin'in benim "Ayşe"yi taciz edişime diğer 'müthiş' kanıtı ise benim "Ayşe"nin bir hikayesine alevli emoji göndermemmiş. Bu kısmı okuduğumda alevli emoji gönderip göndermediğimi hatırlayamadım ama muhtemelen göndermişimdir diye düşünmüştüm. Bu konuda yakınımdakilere şunu söylediğimi hatırlıyorum: "Ben durup dururken kimsenin hikayesine emoji yollamam, muhtemelen o benim bir hikayeme bir yanıt vermiştir daha önce, ben de 'sosyal medya nezaketi' gereği kendisininkine cevap vermişimdir." Ve bir önceki de dahil bu düşük seviyeli erkek kıskançlığı detaylarına, yazılı yanıt vermekten hicap duymuştum. Ancak şimdi birisi bana bu detayları sorunca mesajlaşmalara bakma gereği duydum. Evet, tahmin ettiğim gibi "Ayşe" benim bir story'me kalpli emojili yanıt vermiş. 


Ancak ben kendisine daha sonra yanıt vermemişim. 


"Ayşe"nin değil Bülent Gültekin'in bir hikayesine alevli emoji yollamışım. Yanlış hatırlamıyorsam o hikayede "Ayşe" de vardı. Kıskançlık ve nefret krizine girmiş bir zihnin işleyişine bu şekilde maruz kalmak gerçekten zormuş.  




"Ayşe" ise benim karanlık niyetlerimin en önemli ispatı olarak benim onu 4. çalışmamızda salonun karanlık noktasına götürerek çalışma yaptığımı ve salona birileri gelecek zannederek tedirgin olduğumu yazmış.  Öncelikle  salonun karanlık bir noktası yoktu, pencereler, perdeler ve kapı ardına kadar açıktı. Salonun ışıklarını ben gelmeden önce kendisi ayarlamıştı çünkü beni çağırmadan önce en az bir iki saat kendisi tek başına çalışma yaptı salonda. Yukarıdan yanan güçlü bir projektör salonu aydınlatıyordu.  Ayrıca iddia ettiği gibi birileri salona gelecek diye tedirgin olmadım. Salona gezmek için birileri (Nesrin ve yeğenleri) gerçekten girdi ve onlara çalışma sonrası salonu gezmelerini söyleyip “Ayşe” ile çalışmamıza devam ettik. İnsan kendini korkunç bir şey yaşadığına ikna edince geçmişteki bazı anları nasıl da eğip bükebiliyormuş hayret etmemek çok zor.


Parantezi burada kapatıp 4. çalışmaya dönecek olursam; metin çalışmasından sonra dramaturji ve oyunculuk üslubu üzerine bir süre daha konuştuk. Çalışma biterken “İstersen bu metni çalışmaya kendin İstanbul’da devam edebilirsin.” dedim. Medrese’den ayrılana kadar bir daha ne karşılaştık ne de görüştük. 


15 Ağustos sabahı Medrese’den ayrıldıktan hemen sonra bana e-mail attı ve yaptığımız çalışmalar dolayısıyla müteşekkir olduğunu yazdı.





Ben de, İstanbul’a gelebilirsem ve o da çalışmaya devam ederse çalışmasını izleyebileceğimi, gelmek mümkün olmazsa da online platform üzerinden çalışabileceğimizi söyledim. 




O ise Medrese’ye tekrar gelip birlikte çalışmak için istekli olduğunu söyledi. Ben de kabul ettim:






17 Ağustos'taki bu mesajına yanıt vermeyi unutmuşum ya da ihmal etmişim. 30 Ağustos'ta önce mail sonra da WhatsApp mesajı atarak bu durumu bana hatırlattı:














"Ayşe"nin gelme kararı kesinleştikten sonra  5 Eylül'de Bülent Gültekin'i, WhatsApp mesajı atarak Medrese’ye “Ayşe”nin geldiği tarihler için davet ettim. 






8 Eylül akşamı yemekten sonra Medrese amfitiyatrosunda buluşup uzun uzun çalışmalar üzerine ve o gelmeden bir iki gün önce yaşadığım beni son derece üzen, oyunculuk atölyesi vermeyi bırakmaya karar vermeme sebep olan bir olayı anlattım. 7 Eylül’de biten Temel Oyunculuk Atölyesi’nde daha önce hiç yapmadığım iki şeyi yapmıştım. Temel Oyunculuk Atölyeleri’nde oyuncularla tirat çalışması hiç yapmazdım, çünkü süre azdır ve katılımcıların tiyatroyla ilişkisi ya çok başlangıç düzeydedir ya da oldukça gevşektir. Ancak o atölyede hem eski oyuncu arkadaşlarımın olması hem de katılımcıların tiyatro altyapılarının beklediğimin çok üstünde olması sebebiyle tirat çalışması yapmaya karar verdim. Atölyenin son günü iki kadın oyuncu, onlarla epey aceleye getirdiğim tirat çalışmasından sonra önce Erdem Şenocak’a sonra da bana gelerek bu çalışmanın kendilerini rahatsız ettiğini aktardılar. Böyle bir şeyi ilk kez yaşıyordum ve derinden sarsıldım. Kendilerine “Lütfen bağlamdan bağımsız düşünmemeye çalışın, sergilediğiniz tirat ve şarkıların niteliğini de unutmadan düşünün ama her koşulda lütfen özürlerimi kabul edin.” dedim. Ayrıca kendilerine “Bu olay üzerine artık atölye vermeyi bırakacağımı” da söyledim. Onlar da bunun çok ağır bir karar olacağını sadece temel oyunculuk atölyesine gelen oyuncularla tirat çalışması yapmamamın daha doğru olacağını, çünkü kendileri dâhil atölyedeki herkesin atölyemden çok faydalandıklarını söylediler. Ben, bunu düşüneceğimi ama benim için bu konuşmanın bir dönüm noktası olduğunu kendilerinden tekrar tekrar özür dilediğimi belirttim. İki kadın katılımcı ertesi günkü değerlendirme toplantısına katıldıktan ve düşüncelerini orada da ifade ettikten sonra yukarıdaki konuşmaları yaptık. 


Katılımcılardan izin alarak yaptığım toplantı kaydının ilgili kısmının çözümü aşağıdadır:


----------------------------------------------------


“- Ben söz alabilirim.


Celal Mordeniz: Tabii, buyurun.


- Bir objektif, bir sübjektif değerlendirme yapıyoruz değil mi hocam?


Celal Mordeniz: İstediğin gibi yani, açıcı olsun diye belki böyle düşünülebilir ama burada hiçbir sınırlama yok.


- Tamam… Yani aslında temel oyunculuk eğitimi içerisinde karşılaştığım ya da olabileceğini zannettiğim şeylerden bambaşka bir programdı. Açıkçası hiç şey bir beklentiyle gelmedim ben. “Buradan diksiyon dersini öğreneceğim, şunu bunu…” falan gibi bir değerlendirmem olmadı ve banim açımdan sizin isminizin de çok da bir önemi de yok çünkü bu konuda çalışan bir insan değilim. [Önce konuşan iki katılımcı da daha eski katılımcılarımın tavsiyeleriyle kampa geldiklerini söylemişlerdi.]


Celal Mordeniz: Öyle bir şey yok zaten. Enteresan bir tesadüf oluştu şu an. 


- Yani, Tiyatro Medresesi’ne gelmek istiyorum, kendi içimde örttüğüm, çok uzun zamandır unuttuğum bazı şeyleri keşfetmek için aslında geldiğimde üç aşağı beş yukarı program, bir şeyleri sahnelemeyi öğreniriz derken, aslında çok uzun zamandır üzerinde durduğum meseleleri tartışabildiğim, gözlemleyebildiğim, konuşabildiğim bir atölye programı oldu, ondan çok keyif aldım. İlk günden beri bende şu uyandı, “İnsan olmaya dair meseleler neler?”. Arzu meselesinden tutun da bedenin hareket etmesi, nefes vesaire, hepsi çok bütünleşik bir program olarak geldi. Bunun da hayatta çok nadir olduğunu düşünüyorum. O kadar kolay karşımıza çıkmaz bu yüzleşmeler. O yüzden atölye çok değerliydi benim açımdan. Herkesin dönüşümünü incelemek, yani sübjektif olana gelirsem… Çok şaşırtıcıydı. Bu kadar kendiliğinden yapılabiliyor olması çok ilgi çekiciydi. Ve fakat program içerisindeki etkileşimlerde ve temaslarda öğrenciyle bir hukuk kurduğunuzu düşünmüyorum. O hukukun sizin tarafınızdan zannedildiğini ve karşı taraftan böyle algılanmadığını hem kendim hem de atölye katılımcıları arkadaşlarım tarafında görme şansım oldu. “O anlık büyüyü yakalamak adına o karanlık tarafa gidip işte değer mi?” meselesi benim kafamı çok kurcaladı. Çünkü gerçekten herkes çok acayip performanslar izledik. Ben de kendimi çok farklı hissettim. Ama onu farklı hissetmek adına kendi içimde kurduğum bir düzenin ihlâlinin olması çok rahatsız ediciydi. Bunun ilk başta sizinle, bu tamamen aslında sizin benimseyeceğiniz pedagojik yöntem olarak bu hukukun kurulması. Belki o hukukun kurulması tüm büyüyü bozacak bilmiyorum, sizin açınızdan. Ama o hukukun kurulması, onun ardından öyle delilik anları, öyle anlık şeyler oluyor ki, Shakespeare’de de tartıştık bunu işte, insan olmaya dair. Birtakım meseleler insanı intihara bile sürükleyebilir. Çok basit, kolay gibi görülebilen şeyler insana öyle zarar verir ki, öyle yara açar ki toparlaması bir ömür sürer yani. O konuda ben yani bu cüretkârlığı aşırı buluyorum. İşe yarıyor mu? Evet yarıyor. Ama ne için? Ne amaç için? Temel oyunculuk programı için mi? İleri oyunculuk programı için mi? Bir sanatçı için mi? Shakespeare oyunu çıkaran, otuz yıllık bir aktör için mi? Yoksa bir banka memuru için mi? Kim için? Oralar işte insanın karanlık noktalarına basılan o düğümlerin çözüldüğü yer. Çünkü bu atölyeye, buraya geliyorsak biz -bunu direkt sözlü olarak söylemedik hiçbirimiz ama- bizim bir meselemiz var. Yani biz bir yerde farklı olmak istiyoruz. Hayatımızın bir alanında, ister oyuncu olalım, ister-. Bir yerde biz görüneceğiz yani. O farklılık butonu insanı deliliğe de sürükleyebilir, bir şeyleri keşfedip sağlam adımlarla gitmesini de sağlayabilir. Yöntem olarak bazı yerlerde -bu konuda- anlaşmaların sağlanmadığını düşünüyorum, temel oyunculuk programı içerisinde.


Celal Mordeniz: Çok teşekkür ederim. Söylediklerine katılıyorum kesinlikle. Beni de çok fazla düşündürten bir şey oldu bu söylediklerin. Dün akşam konuştuk biraz, ayrıca daha uzun konuşmak da isterim. Kendimi, burada kayıtlara geçmesi açısından ifade ediyorum. Benim çok inanılmaz bir şeyi fark etmemi sağladın. Benim için tam da iddialı olduğum bir konuda kendimi fark etmemi sağladın “Arzu insanı yıkıma götürür.” diyorum ya sürekli... Şimdi kendimdeki oyuncuyu hızlıca dönüştürme arzusunun sonuçlarını görüyorum. Yani bu arzum o kadar kendini gerçekleştirmiş ki şimdiye kadar hiç sorun olmamış.  İyi sonuçlar görmüşüm sürekli. Ve iyi geldiğini de görmüşüm hep ama aslında yine orada bir dizginlenmek gerekiyor. Temel mesele bu. Ve bu tam da dediğin gibi neler neler çıkarır. Yüzde yüz katılıyorum söylediklerine. Yani temel oyunculuk kısmını ayrıca doğru diyorsun, ilk gün de söyledim ya, ileri oyunculuk ekibi gibi demiştim sizin için.  Bu da benim yapmadığım şeyi yapmama yol açtı muhtemelen. Temel oyunculukta ben hiç tirat çalışmadım. Ama dediğim gibi inanılmaz bir ekip vardı burada. Normalde daha basit şeyler yapıyordum. Çok da zorlamıyordum. Neyse, dediğim gibi kayıtlara geçsin diye söylüyorum. Bu benim için inanılmaz bir farkındalık oldu. Belki de bir süredir de hep düşündüğüm, yıllardır böyle çalışıyorum. Bu söylediklerin üzerine uzun uzun, düşünmem gerekiyor.  “Gerek var mı?” sorusunu bana da sordurdu ve bu konuda da uzun bir düşünme süreci yaşayacağım kendi adıma. O yüzden tekrar teşekkür ederim.”


-----------------------------------------------------------------------


8 Eylül akşamı “Ayşe”ye bu yaşadıklarımı yukarda anlattığım gibi aktardım ve oyunculuk atölyesi vermeyi bırakacağımı söyledim. O da bana bazı insanların geçmişinde bazı travmaları olabileceğini ve bunun çalışmayla tetiklenebileceğini söyledi. Ben de işte tam bu sebeple artık yeni bir katılımcıyla çalışma yapmamayı düşünmekte haklı olduğumu söyledim. 1


Burada yine bir parantez açarak yukarıdaki konuşmayla ilgili bir durumu da paylaşmak istiyorum. 2016 ya da 2017’deki temel oyunculuk atölyeme katılmış bir oyuncu pandeminin hemen öncesinden itibaren benimle oyun çalışmak istediğini söyleyen birkaç mesaj atmıştı. Önce çok ilgilenmediğimi belli ettim ancak önerdiği metni okuyup sevince kabul ettim. Metin, Cocteau’nun 1928’de yazdığı tek kişilik bir oyunuydu. Ekim ayında Medrese’ye gelmek için uygun olduğunu, gelip çalışmak istediğini söyledi. Yukarıda anlattığım gibi temel oyunculuk atölyesinden sonra verdiğim yeni kamp yapmama yani yeni oyuncularla çalışmama kararımdan bahsetmeden kendisini nazikçe reddettim ve zoom üzerinden çalışabileceğimizi söyledim. Böylece Ekim ayından itibaren online olarak metin-dramaturji ve oyunculuk üzerine çalışmaya başladık. 9 Ocak’ta meşum mektup elime ulaşınca kendisiyle online prova yapamadım. Hatta mesajlarına dahi yanıt veremedim. Sonunda “ifşa”yı sosyal medyada devam ettireceklerini anlayınca kendisine bir mesaj yollayarak yakında hakkımda birtakım korkunç iddialar duyacağını ama beni duymadan bir yargıya varmamasını rica ettim. O da üzüldüğünü ve her şeyin yoluna girmesini umduğunu yazdı ve yakında görüşme dileğini de ekledi. Sosyal medya “ifşası” yaşanır yaşanmaz “Ayşe”nin mektubunu, yanındayız hashtagiyle paylaştı. Yaşadığım linç girişiminin boyutunu iyi özetleyen bir vaka olarak anlatmak istedim. 


"Ayşe" ile yaptığımız konuşmaya dönecek olursam. Konuşma ilerledikçe benim geliştirdiğim bir hareket çalışması vasıtasıyla muadil bir çalışma deneme fikri çıktı. Ertesi gün çalışma saati kararlaştırarak konuşmayı bitirip ayrıldık. Ertesi gün çalışmaya bir gün önce konuştuğumuz gibi “Ölü” metninin son üçte birlik kısmını sadece Hareket Makamı çalışmasıyla denedik. “Nasıl oldu?” diye sordum. Önceki çalışmalarda söylediği gibi, çok iyi hissettiğini metni kavrayışında ve oyunculuğunda net bir iyileşme fark ettiğini de ekledi. “Peki, karşılaştırma yapmak adına önceki şekilde çalışmayı denemek ister misin?” diye sordum. O da “Çok isterim.” dedi. Altını özellikle çizmek istiyorum ki isteksiz ya da kararsız bir isterim değildi söylediği, güçlü bir “çok isterim” idi. Metnin final bölümünü bir kez daha çalıştık. Metin akışı ve çalışma bitince ben sandalyeme otururken ilk kez ben daha nasıl hissediyorsun diye sormadan o, “Bugünkü çalışma harikaydı.” diye yorum yaptı. Ben de “Çok sevindim böyle hissetmene.” dedim ve kelimesi kelimesine şunları söyledim: “Metin ve itkiler üzerine çalışmamız metin tamamlandığı için artık bitti. Bundan sonra senin kendi başına ‘tekrar çalışması’ yapman gerekecek. Bu oyunu çıkarıp çıkarmamaya da sen karar vereceksin. Eğer çıkarmaya karar verirsen ben varım ancak uzun süredir ışık, sahne ve kostüm tasarımı üzerine çalışmadığım için bu tasarımları profesyonel tasarımcılara yaptıralım, ben metin düzenlemesi, ritim-tempo ve mizansen konularında çalışmaya devam ederim yani yönetmenin olurum istersen.” dedim. Ardından tam olarak şunu ekledim: “Bu çalışmamızın üstüne İstanbul'da başka bir yönetmenle devam etmek istersen de buna asla bozulmam. Şimdi ben kendi çalışmamı yapmaya gideceğim. Sen istediğin gibi çalışmaya devam edebilirsin, ben her gün kendi çalışmama geçmeden çalışmana uğrar bir sorun, danışmak istediğin bir şey var mı diye sorarım.” 


Bütün bunlar 9 Eylül’de gerçekleşti. Kendisi 20 Eylül’e kadar aynı salonda hemen her gün kendi başına çalışmaya devam etti. Ben de dediğim gibi her gün onun çalıştığı salona uğrayıp çalışmasının nasıl gittiğini sordum. Bazı günler bugün tekrar çalışması yapacağım dedi ve ben salona girmeden kendi çalışmama geçtim. Bazı günler de aklına takılan metinle ilgili sorularını tartıştık ya da bazı sahnelerde yeni öneriler yaptığında gösterdi ve üzerine konuştuk. Medrese’den ayrılmadan önce bir açık prova yapmaya karar verdik beraber.  Provayı o sırada Medrese’de olan sekiz kişi izledi. BG tüm akışı cep telefonuyla kaydetti. (Keşke “Ayşe” bu kaydı yayınlasa ve kısa sürede ortaya çıkan sonucun niteliği herkes tarafından görülebilse.) 


İzleyenlerin olumlu yorumlarıyla “Ayşe”nin oyunu çıkarma isteği arttı. Ertesi gün Bülent Gültekin kendi çalışmasını sadece bana göstermek istediğini söyledi. Önceden o da Medrese’deki herkese göstermeyi düşünüyordu ancak önce sadece benim izlemem konusunda ısrarcı oldu. O provada “Ayşe” de teknik yardımcı olarak bulundu. 


Gösterim sonunda eleştirilerimi ve yorumlarımı paylaştım. Benim yorumlarımdan sonra biraz hayal kırıklığına uğradığını fark etmek zor değildi. Çalışmasını herkese göstermekten vazgeçti. 


İkisi de dört gün daha kalıp hem Seyyar Sahne’nin Online Gılgamış Şarkıları Projesi’ne oyuncu olarak katıldılar hem de benim uluslararası online Hareket Atölyeme yardımcı oldular. Bu çalışmalarda ikisiyle de deneysel hareket çalışmaları yaptık. Ancak özellikle “Ayşe”nin çalışmaya katılımı ve katkısı oldukça yüksek oldu diyebilirim. Atölye sonunda yıllardır Laban çalışan 60'lı yaşlarındaki bir katılımcı bize “Laban’ın bu kadar yaratıcı bir yorumunu daha önce görmemiştim.” övgüsü yaptı. İkisine de atölyeye katkılarından dolayı teşekkür ettim, ertesi gün vedalaşıp Medrese’den ayrıldılar.


Ekim başında BG, “Ayşe” ve benimle röportaj yapan yüksek lisans öğrencisi ile birlikte kaydettikleri sesli bir doğum günü mesajı yolladı. Ses kaydında içten ve sevgi dolu bir ses tonuyla doğum günümü kutladılar. 


“Ayşe” ile çalışmalar bittikten sonraki süreçteki tüm yazışmalarımız aşağıdaki gibi gerçekleşti:


WhatsApp

Kimden: Bülent Gültekin

Kime: Celal Mordeniz

3 Ekim 2020


Ses Kaydı İçeriği:

BG: Sevgili hocam doğum gününüzü içten dileklerimizle kutluyoruz.

“Ayşe”: Evet hocaam. Mutlu yıllaar.” 

Benimle "Sahne Sanatlarında Cinsel Taciz" başlığıyla röportaj yapan yüksek lisans öğrencisi: "İyi ki doğdunuz hocam."20:01


“Çok teşekkür ederim bu güzel mesajınız için.” 21:35




Ardından “Ayşe” 21 ya da 22 Ekim’de Instagram hesabından Medrese’de gerçekleştirdiği açık provadan birkaç fotoğrafı beni de genel olarak şükran anlamında kullanılan (namaste) emojisiyle etiketleyip paylaştı. Ben de kendisine WhatsApp’tan oyunu çıkarmaya karar verip vermediğini sordum. O da çok teşekkür etti ve yapacağı yeni bir seyircili akışın videosunu benimle paylaşacağını söyledi.



31 Ekim İzmir depremi dolayısıyla “Ayşe” bir geçmiş olsun mesajı attı. 



“Ayşe”den oyun çalışmasıyla ilgili uzun süre haber alamayınca 30 aralıkta aşağıdaki mesajı attım. Bu beni cinsel taciz ve saldırıyla suçladığı mesajından önceki son mesajımdır. Sonrasında da herhangi bir yazılı iletişimiz olmadı.



Mine Nur Şen-Bülent Gültekin çifti çarpık ve kötücül bir akıl yürütmeyle bana, aileme ve dünyada bile eşi benzeri pek olmayan önemli bir sanat kurumu olan Tiyatro Medresesi'ne tarifi zor maddi ve manevi zararlar vermiştir. Bu ikili ani bir sinir buhranı ya da kapıldıkları ani bir öfkeyle sosyal medyada benim masumiyet karinemi ve savunma hakkımı çiğnememiştir. Bilakis bana karşı belli hesapları olduğunu bildikleri Güray Dinçol-Firuze Engin ile birlikte bir ay boyunca planlama yapmış, sahte isimli hesaplar açmış, toplantılar düzenleyerek ifşa kararını almış, ifşa metnini bu ekiple birlikte İngilizceye çevirerek  uluslararası kamuoyunda da adımı haksız ve hukuksuz olarak lekelemiştir. İşledikleri suç organizedir. 


Mine Nur Şen, benim kendisine taciz ve cinsel saldırıda bulunduğum yargısına Bülent Gültekin'in ısrarlarıyla karar verdiğini ifade ediyor. Yaptığımız bütün çalışmalar kendi isteği ve talebi üzerine yapılmışken, benim kendisine çalışma yapmak konusunda tek bir teklifim dahi olmamasına rağmen söylüyor bunu. Kendisinin ileri derecede çarpık ve kötücül bir akıl yürütmeyle cinsel tacizci ve cinsel saldırgan olarak tanımlayıp ardından bir grup insanla örgütlenerek planlı olarak sosyal medyada linç ettirdiği birinin kendisine sosyal yaşamda en ufak bir yakınlık iması içeren ne bir söz ne bir davranış sergilememesini geçelim birlikte çalışma yapmak için dahi tek bir ısrarının, talebinin ya da imasının bile olmamasını nasıl açıklamaktadır? Ben nasıl bir saldırganım ki ısrarla benimle çalışmayı kendisi talep etmeye devam etmiştir? Ayrıca cinsel tacize ve saldırıya uğradığını düşünen birinin hukuki süreç başlatmaktan ısrarla kaçınmış olmasını da açıklaması gerekmektedir.  


Belli ki iddiasının kötücül bir taklitçilikten ibaret olduğunun anlaşılmasını istemediği için benim kendimi savunma şansımın olacağı hukuki yolu değil bir grupla örgütlenerek linç ettirmeyi tercih etmiştir. 



Erkek arkadaşı Bülent Gültekin'in kıskançlık krizine alet olduğunu düşünmek için de çok fazla sebep var. Bunu kendisi de açıkça söylüyor yazdığı iftira metninde: Bülent Gültekin'in kendisini taciz ve saldırı yaşadığına çeşitli kereler ikna etmeye  çalıştığını, buna bir süre direndiğini ama iradesinin  Kasım 2020'de Twitter'daki ifşa dalgası ile beraber kırıldığını anlatıyor. 


Umarım ki Mine Nur Şen, çevresindeki Bülent Gültekin, Güray Dinçol, Erkan Uyanıksoy ve Volkan Çıkıntıoğlu gibi bir grup kompleksli erkeğin ve Firuze Engin gibi kötülükten beslenen birinin karanlık arzularının tatmin aracı olarak kullanıldığını anlar. Yine umarım ki benim de linç gerçekleştikten sonra farkettiğim, Erdem Şenocak'ın kendi en az on yıldır işlediği hırsızlık  suçunu örtbas etmek için kendisini dolaylı olarak kullanmış olduğunu fark eder. Bu, orta vadede imkansıza yakın olacaktır çünkü kendisi kullanılarak bana, aileme ve Medrese'ye yaşatılan kötülüğün boyutlarıyla yüzleşmek kolay olmayacak.  


Ancak yine de vicdanının, uzun vadede etrafındaki bu isimlerle mesafelendikten sonra, kendisine gerçeği göstereceğini ve yaşadığı deneyimi sağlıklı bir şekilde değerlendirebileceğini düşünüyorum.



***




----------------------------------------------------






Yorumlar

  1. Ah hocam, bahsettiğiniz 30 Ağustos - 5 Eylül atölyesinde ben de vardım. O anki çalışmaların ve sonuçlarının neler olduğunu çok net gördüm. Duyduğum ilk andan itibaren sizi de dinlemek için sabırsızlanıyordum ve iyi ki aceleyle karar verip kendi içimde yargılamamışım. Umarım her şey çok güzel olur, sevgiler 🙏🏼

    YanıtlaSil
  2. Adsız11:49 ÖS

    Ben defalarca mahrem yerlerime dokunulmasına izin verdim çünkü bunu tiyatro eğitim yöntemi sandım, bana öyle söylendi ama değilmiş diyemez. Hiçbir yerde tiyatro için mahrem yerlerinize dokunulması tacizdir yazmıyor. Yine de herkes hangi durumda bunun uygunsuz hangi durumda uygunsuz olmayacağını bilir. Bilemiyorsa ya gerçeği değerlendirmesi bozuktur ya da sonradan beyanını değiştirmesi için bir nedeni vardır. Hiçbir yerde ayakkabılar buzdolabına konmaz yazmıyor yine de koymuyoruz. Birisi bunu yaparsa demanstan şüpheleniriz ya da zekâ geriliğinden. Buzdolabının ne olduğunu ayakkabının ne olduğunu bilen birisine bu ikisinin birlikte olmayacağını söylemeye gerek olmaz. Bu, muhakemesi tam olan birisinde kendiliğinden gerçekleşir. Aynı durum tiyatro ve mahrem bölgeler için de geçerli diyebiliriz.

    YanıtlaSil
  3. Unknown12:01 ÖÖ

    1) Öncelikle yaratılmak istenen “kurban/mağdur” ve buna karşın “kötü niyetli/saldırgan” ikilemini yıkmak gerek.
    2) Bu kişi kendisinin “taciz” ve “cinsel saldırı”ya maruz kaldığını pek çok kez belirtirken şöyle temel bir hataya düşüyor, hem kendini masum, olayları değerlendirme yetisinden o anda yoksun biri gibi göstermeye çalışırken -ki böylece tekrar tekrar Medrese’ye geri dönmesine bir açıklama oluşturmaya çalışıyor- bir yandan da olayların gerçek doğasını, yani bunun bir “cinsel saldırı” olduğunu tespit edebilecek kadar zihni açık birisi. Burada bir çelişki var. Eğer olayları değerlendirme berraklığı sonradan bir etkiyle oluştuysa ve demek ki bu değişebiliyorsa olayları değerlendirmesi de gayet öznel bir yerden olabilir.
    3) İlk olayda, ilk provada, söylediğine göre kıyafetlerinin üzerinden mahrem yerine ellendiğinde odada bu metnin diğer yazarı olan erkek de var, eğer bu 2 kişi hemen o anda bu olayın “uygunsuzluğunu” göremedilerse nasıl sonraki akıl yürütmelerinin tam ve eksiksiz olduğunu söyleyebiliyorlar. Burada açık ki sonradan geriye doğru yapılan bir kurgu var.
    4) Hemen bütün toplumlarda çok küçük yaşlardan itibaren cinsel bölgelere yabancılar tarafından dokunulmasının uygun olmadığı çocuklara öğretilir. Bu kişi bunu bilmediğini iddia ediyorsa yargılamasında bir sorun olduğu düşünülebilir. Ya da bunu uygulanan tiyatro tekniğinin bir parçası olduğunu biliyordu ama sonrada anlatısını oluşturmak için bu noktayı örtbas ediyor.
    5) Peki, bir kez olsun kendisi bu tekniğin uygunsuz olabileceğini neden bunu uygulayan kişiye hiç belirtmedi?
    6) Öyle görünüyor ki kendisini “kurban/mağdur” rolüne sokabilmek için ve anlatısını yüzde yüz tutarlı, boşluksuz hale getirebilmek için büyük bir çelişkiyi metninin içine sokmak zorunda kalmış. O da şu: Bazen kendisini hiçbir şeyden anlamayan, kendi iradesini tamamıyla hocasına devretmiş, edilgen bir kurban olarak sunmakla, olayları sonradan bile olsa kristal berraklığında gören keskin zekalı biri konumunda olmak arasında gidip geliyor. Bu çok büyük bir çelişki, bir insan ikisi birden olamaz. İnsan ne kadar “naif” olmalı ki bir eylemin cinsel anlamıyla bir tiyatro tekniğini birbirinden ayıramasın?
    7) Hocasının bu yöntemle ilgili tereddütlü, kaygılı olduğunu belirtiyor ve bunu onun cinsel niyetinin üzerindeki bir perde olarak kabul ediyor, hatta bundan emin; ama bunu bu tekniği tartışmanın bir yolu olarak asla görmüyor. Kaldı ki hiç kimse herhangi bir tiyatro tekniğinin yüzde yüz doğru ve verimli olduğunu iddia edemez. Acaba hocasına bu tekniğin iyi olmadığını, yanlış anlaşılmalara mahal verebileceğini söyleseydi hocası yine de bu tekniği onunla sürdürür müydü? Yoksa bunu anlayıp kendisini geri mi çekerdi?
    8) Bu kişiye karşı herhangi bir zorlama, fiziki güç kullanımı, tehdit, aşağılama vb. öğe yok iken ve orada bulunması tamamen gönüllülük esasına dayalıyken, nasıl olur da yetişkin bir kadın kendisini bu kadar zora soktuğunu söylediği bir konumun içine sürüklenir? Bunu açıklamak için hocasını çok kötü cinsel emelleri olan bir şeytan gibi göstermekten bir adım bile geri durmadığı bir iradeyi gösterebiliyorsa irade ve akıl yürütme konusunda ne durumda olduğu tartışma konusu yapılabilir.
    9) Karşısındaki insanı bütün bunlarla kamusal bir şekilde suçlayarak onun hayatında, işinde, itibarında, sevdikleriyle ilişkilerinde yarattığı tahribatı bir an olsun bile düşünmeden, “o bunu yaptıysa cezası da budur, iyi oldu az bile!” tarzı bir tutumla hareket etmesi gerçekten üzerinde durulmaya değer bir durum.
    10) Anlattığı cinsel içerikli sahnelerin hiçbir tanığının, gören duyan hiçbir kişinin olmaması bunu yaptığı söylenen kişinin “kurnazlığı/kötülüğü” lehine kolayca yorumlanıyor yazılı metinde -beni ışığın olmadığı yere doğru çekti vb.- ama öte yandan tam da bu nokta bu kişinin söylediklerinin tek dayanağının kendi algıladığı öznel olay biçimi olduğunu da gözler önüne seriyor.
    11) Kendisine cinsel olarak saldırdığını öne sürdüğü hocasına öncesinden bir saygı duyuyor muydu? Duyuyorduysa bunun nedeni neydi? Önceden hocası hakkında kendi anlattığına benzer olaylar hiç duymuş muydu?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder