7. "İfşa"yı Sahneye Koyanlar: Güray Dinçol, Firuze Engin, Volkan Çıkıntoğlu ve Diğerleri


Bu bölümde "ifşa" kampanyasının, Bülent Gültekin ve Erdem Şenocak dışındaki organizatörleri olan, hemen hepsi de Tiyatro Medresesi'nde eğitmenlik kariyerilerine başlayan Tiyatro BRZ ve Fiziksel Tiyatro Araştırmaları (FTA) grubunun üyelerinin eylemlerinden bahsedeceğim. 

Güray Dinçol ile  2018 yazında Medrese’nin tiyatrocu çevrelerdeki algılanışı üzerine uzun ve samimi bir konuşma gerçekleştirmiştik. Bu konuşmayı yapmamın sebebi 2018 yılında bir Facebook etkinliğinde hepsini simaen tanıdığım ve Medrese’de tanışıp grup kurmuş bir topluluk fotoğrafından sonra fark ettiğim bir durumdu. Bir oyun-masal grubu kurmuşlar ve bir gösteri hazırlamışlardı. Etkinlik açıklaması aşağı yukarı şöyleydi: İstanbul'un uzağında bir yerde bir atölyede tanıştık, bu atölyeden sonra İstanbul'a döndü Cihangir Sahnesinde tekrar buluştuk. Tiyatro Medresesi’nin adının geçirilmemesi, İstanbul’dan uzak bir yer olarak bahsedilmesi dikkatimi çekti. 


Medrese’de ilk provalarını yapmış birçok oyun vardı. Onların sitelerine ve oyun tanıtımlarına baktım bunun üzerine. Aynı durum hemen hepsinde vardı. Tiyatro Medresesi adı ya hiç geçmiyor ya da teşekkürlerin içinde dikkat çekmeyen bir yerlerde geçiyordu. Güray Dinçol’un o yıl oyuncu olarak bulunduğu bir oyunda da Medrese adı geçmiyordu. Bu oyunun yönetmeni de Medrese’de eğitmenlik yapmış ve çok eskiden beri tanıştığımız biriydi. Üstelik ilk provalar Medrese’de başlamış ve daha sonra oyun geliştirme provaları da Medrese’de yapılmıştı. Bir oyunun Medrese’de çalışılması salt bir prova salonu ve yemek-yatak hizmeti değildir. Medrese’de bulunan farklı anlayıştaki onlarca tiyatro öğrencisinin ve hocasının provaları izleyerek geri bildirim yapabilmesi de demektir ki bu önemli bir şanstır tiyatrocular için. 

Aynı yıl dünyanın ilk uluslararası tek kişilik oyunlar festivali olan Thespis’in (www.thespis.de) onbirincisinin sunuş yazısında Tiyatro Medresesi’ne teşekkür edildiğini gördüm. Bu teşekkürün sebebi ise davet ettikleri bir grubu tanımalarına vesile olmamızmış. 2017’de Medrese’de üçüncüsünü düzenlediğimiz MonoFest’e katılan Thespis festivali üyelerinden biri Medrese'nin festivalinde izlediği İranlı bir grubu beğenip Thespis’e davet etmişti. 


Uluslararası bir festivalin böyle bir sebeple Medrese'ye güçlü bir şekilde teşekkür etmesiyle Medrese’de oyun çalışan ya da kurulan grupların Medrese’nin adından bahsetmemesi arasındaki derin fark üzerine düşünmeye başladım. Türk tiyatrocular Medrese’ye referans vermekten ya da teşekkür etmekten neden imtina ediyorlardı? Bu konuyu yaz kampları başladığında Güray’la da konuşmak istedim. Güray önce kendi oynadığı oyunun karar vericisinin kendisi olmadığını söyledi. Yönetmenin kendisine “Biz orada kalma ücretini ödedik dolayısıyla teşekkür etmemize gerek olduğunu düşünmüyorum.” dediğini aktardı. Ben tek tek kişilerin bu tarz gerekçelerinden çok bunun genel bir sebebi olabilir mi onu merak ediyorum dedim. O da aşağı yukarı şöyle bir değerlendirme yaptı: 


Mesela benim lisedeyken birlikte tiyatro yaptığım bir arkadaşım Medrese’ye geldiğim için benimle görüşmeyi kesti. Sebebi de buranın adının “Medrese” olması. Bu durumun başkaları için de geçerli olabileceği tahmin ediyorum. Ancak emin olduğum şey seninle ilgili olan kısmı. Sen, henüz kimse bu alana girmemişken tek kişilik oyunlar üzerine çalışmaya başladın. İyi işler de yaptın. Birçok insan biraz da seni takip etmiş oldu. Herkes tek kişilik oyun yapmaya başladı senden sonra. Genco da tek kişilik oyunlar yapardı ama öyle bir yol açmadı o. Senin çalışmalarından sonra özellikle genç kuşak için bir yol açıldı. Eski kuşak, sadece kendilerinin yapabileceği başka kimsenin yapamayacağı çok spesifik bir tür olarak icra ettiler tek kişilik oyunu. Yani bir etki oluşturdun yeni kuşak tiyatro çevrelerinde. Bir yandan da tiyatro çevreleriyle hep mesafeli bir ilişki kurdun.  Bir de üzerine Tiyatro Medresesi’ni kurdun. Tabii ki çok büyük bir haset oluşuyor tanıdığım birçok tiyatrocuda. Bende bile oluşuyor bu his zaman zaman. Fark ettiğimde 'ağzıma vuruyorum' ve kendimi durduruyorum.” 



Güray Dinçol ile 2010 yılında Birgün gazetesi için benimle bir röportaj yapmasıyla tanışmıştım. (Link) Ardından 2012’de Medrese kurulduktan sonra beni arayarak Medrese’de atölye vermek istediğini söyledi. Sanırım ilk kez atölye verecekti ve çok heyecanlıydı. Ben de verebilirsin elbette ama sana verecek paramız yok maalesef dedim. O da bunun hiç önemli olmadığını söyledi ve 2012 yazında ilk atölyesini verdi. Bir sene sonra yine gönüllü olarak atölye verdi. Üçüncü yazdan itibaren kendisi gibi tüm atölye hocalarına belli bir eğitmen payı ayırdık ve kendisi de bundan sonraki atölyelerinin hepsinden eğitmen payı alarak atölye vermeye devam etti. Bütün eğitmenler Medrese’den eğitmen payı almadı. Özellikle düzenli atölye vermeyenlerin bazıları sadece Medrese’de atölye vermenin onlar için yeterli olacağını belirterek ya da Medrese’ye destek olmak adına ücret talep etmediler. Güray Dinçol ile 2017 yılında aldığı eğitmen payı ile ilgili bir mesajlaşma gerçekleştirdik.  Medrese’den aldığı eğitmen payını artırmak istediğini ifade eden bir mail attı Erdem’e.


Böyle bir talep elbette meşru bir taleptir. Biz o sırada eğitmen payını ve konaklama ücretini ayrı ayrı belirtip toplam atölye ücretini katılımcıya bu şekilde sunuyorduk. Ancak Güray Dinçol, atölyenin toplam ücretinin artmasını da istemiyordu. İstediği Medrese'nin aldığı konaklama ücretinin azaltılıp kendisine verdiğimiz payın arttırılmasıydı. Erdem Şenocak bana maili gösterince maildeki üslubundan (“öğrenciyi ben getiriyorum sen sadece atölyenin gerçekleşmesini sağlıyorsun”) rahatsız olduğum için Erdem Şenocak’a, şartlarımızın bu olduğunu ve pazarlığa açık olmadığımızı iletmesini söyledim. Erdem Şenocak cevabı geciktirdi. Biz yanıt vermeden önce kendisi tekrar yazarak üslubunun yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu fark ettiğini yazdı.  Ben de kendisine aşağıdaki mesajı attım: 



Kimden: Celal Mordeniz

Kime: Güray Dinçol

6 Nisan 2017 Perşembe


Merhaba Güray,

Senin de ilk mesajındaki ifadeni fark etmiş olmana sevindik.

İfade edişi bir kenara bırakırsak ve ayrıntılı bir gelir gider tablosuna girmeden şunları söyleyebilirim: Medrese ekibi olarak ben, Erdem, İlke, Nesrin ve diğerleri bütün yaratıcı enerjimizi buraya harcıyoruz ve cebimize henüz 1 kuruş girmiş değil.  En temel ihtiyaçlarımız dışında harcamalara azami dikkat göstererek yaşıyoruz burada. Üstelik buranın dönmesi için sadece kamplardan gelen para yetmiyor ve oyunlardan gelen tüm para da buraya aktarılıyor ve henüz ilk sene aldığımız borçları daha ödemeye başlayamadık bile. Şimdi diyebilirsin ki "iyi de abicim üzerinizde dev gibi bir mülk oluşuyor yani mülk zengini oluyorsunuz. Ama sen de müşahede etmişsindir ki biz burayı hiçbir zaman özel mülk olarak düşünmedik. Her zaman dile getirdiğimiz gibi buranın kurulumu az çok tamamlanıp kafamızı başka işler için kaldırabildiğimiz anda vakıflaşma sürecini başlatacağız.

Bunun için bizden çok para istemeyecek bir avukat arayışımız sürüyor. Çünkü bu maddi sıkışıklıkta iki yıl önce aldığımız 10 bin liralık avukatlık masrafı ücreti de biraz bizi geciktirdi.

Son olarak yurtdışından gelen -matteo gibi- hocalara senin de bildiğin gibi çok daha fazla ödeme yapıyoruz. Hatta bazılarından eksiyle çıkacağımızı bilsek de o ustaları getirtmeye çalışıyoruz.

Özetle sana önerdiğimiz pay diğer hocalara önerdiğimiz payla aşağı yukarı aynı.

Ama yine de bu oran benim çalışmam için yeterli değil dersen üzülürüz ama tüm kalbimizle bu kararına saygı duyar ve kırılmayız. Senin de aynı şekilde bakacağına eminim.

Sevgiler

c.m.


Bu mesajlaşmayı neden eklediğimi Güray Dinçol’un “ifşa” kampanyası performansını yakından takip edenler anlayacaklardır. Güray Dinçol ve ekibi 13 Şubat’ta sosyal medya “ifşa”sını dediklerine göre “Ayşe” ile dayanışmak ve tiyatro eğitimini sorunsallaştırmak için başlatmıştı. Ancak daha 24 saat bile geçmeden önce Medrese’nin artık bir taş (!) yığınına dönüştüğünü sevinçle ilan etti. 

Aşağıdaki paylaşımında görülen gizli itirafı vurgulamadan geçmek istemiyorum. Sevan Nişanyan'a hitaben "tam da ona yakıştığı gibi Medrese bir taş yığını" derken aklınca Nişanyan'ın eski eşiyle olan meselesine göndermede bulunuyor ve Medrese'nin taş yığını olduğunu söylerken alt metinde "b.k yığını" göndermesi yapıyor.  Güray Dinçol Medrese'yi en iyi ihtimalle taş yağmuruna tuttuğunu daha doğru bir ifadeyle ise b.k attığını itiraf etmiş oluyor.  

İnsan başkasını 'ifşa' edeceğim diye yola çıkar ama öncelikli olarak kendini ifşa eder. Hedeflenen kişi konuştuğunda o da kendini açığa çıkarmış olur. Ben konuşmaya başladıktan yani kendi kendimi gönüllü olarak kamunun bakışına açtıktan sonra "ifşa" çetesindekilerin suskun kalmasının sebebi de bu sanırım: Kendi gerçek yüzlerini gizlemeye çalışıyorlar. 





Hemen ardından da yine Güray Dinçol öncülüğünde büyük bir iştahla Tiyatro Medresesi'nin mülkiyetini kendilerinin de payları olduğunu iddia ederek "tartışmaya"  açmaya çalıştılar. 



Aşağıdaki, Güray Dinçol'un sosyal medya hesaplarından paylaşıp ardından medresekiminmalı hashtag'iyle dolaşıma soktuğu metindir.


“Tiyatro Medresesinde yaşanan taciz ve cinsel saldırıdan sonra hepimizde büyük bir ağırlık kaldı. Başta fail tarafından taciz ve cinsel saldırıya uğradığını ifşa eden kadınlar, 

[Bu "kadın"lardan birini BG ile birlikte muhtemelen kendisinin uydurduğu, diğer ikisinin ise açıkça yalan söylediği ses kayıtlarıyla ortaya çıkmış durumda. Bkz. metoo diyenler bölümü.] 


failin psikolojik şiddetine maruz kaldığını belirten kadınlar-erkekler ve artık olduklarına emin olduğumuz ama henüz ortaya çıkmamış olan [İftira.] kadınlarla birlikte hepimiz bir travma yaşadık-yaşıyoruz.


[İki yıl kadar süren "komedi okulu"nda fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığı öğrencilerinin travmaları hâlâ devam ederken çok iddialı konuşuyor. Bülent Gültekin'in kıskançlık krizini travma zannedecek kadar da düşünme yoksunu kendisi.] 


Güven ilişkimiz sarsıldı, güvenli alanlarımız yıkıldı. Sınırlar nerede başlayacak ve sona erecek, biz yeniden güvenli alanlarımızı tesis edebilecek miyiz tiyatro uygulayıcıları olarak göreceğiz. 


[İznik'te inşa etmeye çalıştığı tiyatro kamp alanından bahsediyor sanırım.] 


Tartışacak yüzlerce konu bıraktı bize Ayşe sağolsun. 


["Ayşe"ye değil Bülent Gültekin'e teşekkür ediyor aslında. Eziklik hissettiği insanı "ezme" şansı verdi çünkü kendisine. Ayrıca Güray Dinçol'un, değil yüzlercesini tek bir konuyu bile tartıştığını göremedi kimse. Bana ve Tiyatro Medresesi'ne karşı ressentiment hislerini ele verdi sadece.] 


Bunları tartışmaya başlayacağız. [Yalan tabii.] Oraya yıllarca emek vermiş medrese gönüllüleri, orada dayanışmayla çalışmış eğitmenler, bağışçılar, destek olmak için sahnede ter dökenler mekanın sunduğu güzelliklere, olanaklara ve yaratım alanına kapılırken bir faili besledik, büyüttük, alan açtık diye düşünmekten  alıkoyamıyorum kendimi. 


[Kendisinin problemi düşünememek. Düşünebilseydi nasıl zırvaladığını ve korkunç bir suç işlediğini anlayabilirdi.]  


Şimdi sormak isterim: Tiyatro Medresesi kimin malı? 


[Ağzındaki baklayı bu kadar hızlı ve beceriksizce çıkarması biraz 'pornografik' oldu. Yukardaki iftira ve zırvaları gerçek olsaydı bile bunlardan bu soru çıkmazdı.]  


Böyle bir olaydan sonra senelerce var olmasında bizlerinde [de ayrı olmalı.] pay ve emeği olan bu mekan kimin? Orada yaşadığını bildiğimiz failin malı mı? Bir vakıfın  mı? Bir başka kişinin mi? Bu olanlardan sonra Tiyatro Medresesi bir kurum olarak nerede duruyor? Bu taciz ve saldırı kuruluşundan beri oraya emek vermiş, destek olmuş herkesi derinden yaralanmıştır. Kurumlar, kişiler sorumluluk alacak mı?  Bu boyutlarıyla da tartışılması dileğiyle.” 


[Celal'i hallettik şimdi de malına çökme vakti diyor özetle.]



Yukardaki bu "tarihi" açıklamasını yayınladıktan bir gün sonra ise çok ilginç bir şey oldu. "Kadın hareketinin destekçisi" (kendisini bu süreçte böyle tanımladığını duymuştum) Güray Dinçol birden sosyal medyadan kayboldu. Instagram hesabını ve Twitter’daki tüm twit’lerini sildi. Muhtemelen aşağıda bahsedeceğim, grup arkadaşı Volkan Çıkıntoğlu'nun taciz iddiasıyla ilintiliydi bu geri çekilmesi. "Kadın hareketinin destekçisi" birden, reşit olmayan birinden cinsel olarak faydalanan ve bu sebeple iki kadın tarafından tacizle suçlanan  "ifşa" çetesinden Volkan Çıkıntoğlu'nun destekçisi oluverdi. Ortadan kaybolmasının sebebi kendi oluşturduğu linç kalabalığının Volkan Çıkıntoğlu ve dolaylı olarak kendisine bulaşmasından korkmasıydı muhtemelen. 


Düşük de olsa Hukuk Fakültesi bitirmiş biri olarak yaptıklarının suç olduğunu anlamış olma ihtimali de var elbette. Kendisi ben yazmaya başlayınca derin bir suskunluğa gömüldüğü için kesin olarak bilemiyorum.  



Firuze Engin’in bu meseleye dahil olduğunu ise 9 Ocak’ta “Ayşe” ve “Ahmet”in Medrese'yle birlikte 2 kişiye daha yolladıkları mailden iki gün sonra öğrendim. O sırada Medrese’de bulunan İpek Türktan’ı arayıp konuştu. Bu konuşmada mailin Erkan Uyanıksoy, Elif Temuçin ve Güray Dinçol’a da yollandığını, kendisinin de Erkan Uyanıksoy’un ev arkadaşı olması hasebiyle mektubu okumuş olduğunu söylemiş. Hemen ardından mutlaka bir ifşanın gerçekleşmesi gerektiğini, bunu Medrese’nin yapması gerektiğini düşündüklerini eklemiş.  Kendisi sosyal medyaya yazmazmış ama gördüğü herkese bu olayı anlatırmış. Dedikoduculuğuyla tehdit ettiği tek kişi ben değilim. Aşağıda görüleceği gibi aynı tehdidi Volkan Çıkıntoğlu'nu cinsel istismarla suçlayan kadına da neredeyse aynı kelimelerle gerçekleştirecek.


Volkan Çıkıntoğlu

"İfşa" organizatörlerinden biri olan VÇ, adlarını açıkça yazarak “ifşa”yı organize eden Tiyatro BRZ ve Fiziksel Tiyatro Araştırmaları'ndan Firuze Engin, Erkan Uyanıksoy, Elif Temuçin, Pınar Akkuzu ve Güray Dinçol'un aksine adını gizlemiştir.  Bu kişinin, bana ve Medrese’ye yönelik “ifşa” kararının verildiği Zoom toplantısını organize edenlerden biri olduğunu biliyorum. Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar’ın Medrese’den ayrıldıklarını öğrendikleri gün bu toplantıyı organize ettiler ve VÇ, Nesrin Uçarlar’ı arayıp bu toplantıya davet etti. Kararını aldıkları "ifşa"nın ardından iki kadın SusmaBitsin platformunda, VÇ'yi cinsel tacizle/istismarla suçlamış. “İfşa” ekibinin içindeyken adını gizlemesinin sebebi belki de budur. Ön planda görünmeyerek kendisine yönelik olası ifşa ihtimalini azaltmak istemiş olabilir. Bilemiyorum. 


İfşa konusundaki görüşlerimi beni yakından tanıyanlar bilir. Bu linç girişiminden altı ay önce yaptığım görüşmede de bu konudaki görüşlerimi açmıştım.  İfşa, bazı durumlarda; suçlanan kişi, statüsünden dolayı sistem tarafından korunan, dokunulmaz biriyse meşrudur. Ancak hukuk yoluna başvurmanın önünde böyle bir engel yoksa ifşa, masumiyet ilkesinin ağır bir ihlali anlamına gelecektir. Eğer hukuk yoluna başvurma imkanını hiç kullanmadan ‘ifşa’ya başvurmak sorunsallaştırılmazsa olacak olan bu mekanizmanın yozlaşmasıdır.  Masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı geri döndürülemez bir şekilde herkesin elinden yitip gidebilir. 


İkinci olarak, ifşa konusu iddia, sabit olsa bile suçla cezanın orantılı olma ilkesi oluşacak linç ve sosyal izolasyon sebebiyle ağır bir şekilde çiğnenir. ‘İfşa’ya maruz kalan kişi ‘ifşa’ edildiği anda kalabalıkların gözünde insani vasıflarından sıyrılır. İfşa edilenin ailesi de sosyal izolasyona maruz kalacağından suçun bireyselliği ilkesi de ihlal edilir. Hukuksuz ifşa mekanizması insanın en ilkel dürtülerini harekete geçirir.  Bana göre hukuk bu ilkelliğimizden bizi koruyacak yegâne müessesedir.  


Ayrıca Volkan Çıkıntoğlu vakasında aşağıda aktaracağım gibi ‘ifşa’ sürecini engellemek için iddia sahibi kişi itibarsızlaştırılmaya çalışılır. ‘İfşa’ya uğrayanın sakinliğini koruyarak adalet talep etmesi kalabalıkların korkutuculuğu dolayısıyla imkansıza yakındır. 


Bana ve Medrese'ye karşı kıyıcı bir “ifşa” örgütleyen bu çetenin, kendileri ifşa ihtimaliyle karşı karşıya kaldıklarında nasıl davrandıklarının bilinmesi gerektiğine inandığım için bu meseleyi aktarıyorum. 


Bana ve Medrese’ye karşı “Kadın hareketi ve toplumsal-siyasal değerler adına ifşa şart!" diyen bu çetenin, çete üyesi Volkan Çıkıntoğlu'nun ‘ifşa' edilmemesi için harcadıkları çaba dikkate değer: Firuze Engin, “İfşa olursa sadece Volkan değil kadınlar (taciz iddiasında bulunan diğer kadını ve hikayesini hiç bilmiyorum) da zarar görür.  Ayrıca bence bu bir taciz değil!” diyormuş olayı duyan insanlara. Bana yönelik organize ettikleri “ifşa”da takındıkları tavır kendisine İpek Türktan tarafından hatırlatıldığında  ise “ Mine çok aklı başında biri ama bu kadın öyle değil. Dengesizin biri.” diye yanıtlıyormuş. Güray Dinçol da insanları arayıp. “Ben Volkan'a kefilim. İfşa isteyen kadının mı yanındasınız yoksa Volkan'ın mı?” diye taraf seçmelerini istiyormuş. Nesine kefil acaba?  Bir yandan da benim olayı duymamdan endişelendiğini ifade ediyormuş etrafındakilere. Firuze Engin, kadına karşı “Elimde Volkan ile tüm mesajlaşmaların var. Pınar(Akkuzu)’da da var. Ben, soran herkese bu yazışmaları gösteririm.” şantajına başlamış.  Pınar Akkuzu, Elif Temuçin ve Firuze Engin, iddia sahibi kadınla toplantı yaparak ona “Mesajlarına bakınca biz tacize uğramış bir kadın değil aşık bir kadın görüyoruz.” diyerek psikolojik baskı yapmışlar. 

Bu ifadeleri en az iki kaynaktan teyit ettiğimi belirtmek istiyorum.  


Son olarak, birkaç yıl önce Volkan Çıkıntoğlu'nun bu kadınla cinsel ilişkisi başladığında kendisi 30'larının başındayken kadın 16-17 yaşındaymış. Bu apaçık cinsel sömürü vakasında, reşit olmayan biri için "Rızası vardır." mı diyor bu çete üyeleri? 


Hiç şaşmaz, erdem sinyalcisi böyle tiplerin cilalarını biraz kazıdınız mı altından kesif bir aptallık ya da sınır tanımayan bir kötülük ve çıkarcılık belirir.



Önceki Bölüm     Ana Sayfa     Sonraki Bölüm

Yorumlar