Bu fotoğrafı, “ifşa” kampanyasını Bülent Gültekin'le beraber organize eden Güray Dinçol’un Instagram hesabından aldım. Zemindeki fotoğrafı, Medrese’de atölye verdiği yıllardan birinde çekmiş. “İfşa" kampanyası sırasında bu fotoğrafı “Tiyatro Medresesi kimin?” başlığıyla paylaştı. Böyle bir "ifşa" kampanyasına bundan daha uygun bir fotoğraf ve başlık seçilemezdi sanırım. Sentetik renkli, birbirinin aynısı plastik burun maskelerinden oluşmuş bir çember ve tam ortalarındaki kendilerinin mutlak zıddı olan yaprak mimarisinin ima ettiği şey nedir? Linç elbette.
Bu fotoğraf ve başlık, meselenin gösterilmeye çalışıldığı gibi olmadığının yeterli kanıtı sayılabilir. Bu "ifşa" kampanyasına katılarak bana karşı suç işleyenler, bu fotoğraftan sonra, kampanyanın baş organizatörlerinden Bülent Gültekin ve Güray Dinçol'un karanlık arzularının tatmin aparatına dönmüş olduklarını biraz düşünme cesaretleri varsa görebilirler.
güray dinçol olmasa bu ifşaya sorgusuz sualsiz katılıp köpürtebildiğim kadar köpürtecektim sanırım. erdem ve nesrin ayrılığı bu işin boyutları konusunda aklımda hiç bir soru işaretine yer olmadığının kanıtı gibi gelmişti. “onlar bile” diyerek aklıma gelen her türlü ufak ayrıntıya yeniden bu kez bambaşka gözlere bakıp vurun kellesini demeye hazırdım. cünkü güçten nefret ediyordum, elinde güç bulunduran tüm erkeklerin bir noktadan sonra dağıttıklarına defalarca kez şahit olmuştum. üstelik küçük yaşlarından itibaren defalarca tacizin her türlüsü deneyimlemiş olarak ayşe’nin anlattıkları bana hiç de inanılmaz gelmemişti. tacize uğrarken adını koymak gerçekten de çok mühim bir ruhsal kas gerektiriyordu, çoğu kız çocuğu malesef ailesi tarafından bu kaslarından mahrum bırakılıyordu vs vs. ne zaman ki güray dinçol meseleye el attı,
YanıtlaSilgüray dinçol’u uzaktan da olsa biraz tanıma imkanım olmuştu ve etik değerler, kurallar gibi konularda çok da hassas bir terazisi olduğuna şahit olmamıştım. eril bir tipti, yeni dönem erillerinden, hani biliyorsunuz işte işi bilip işe gitmeyengillerden. ve medresenin ekmeğini en çok yiyenlerden de biriydi. çalışkandı, üretkendi, nazikti, kibardı ama iş adamıydı. bunlar hep bana göre. neyse, sonuç itibariyle böyle bir “kadın meselesi”nde hem de medreseye karşı, sözcülük eder bir pozisyona kendisini konumlandırması ilk durak noktam oldu. sonra bu olayı, yalnızca tek tarafıyla ve yine en eril haliyle, ısrarcı bir şekilde gündemde tutma çabası, bi dakka ya dedirtti. sonra iki gün geçmeden “medrese kimin” mi? bu işte kesin bir şey var dediğim an işte o an oldu.
en erkek haliyle, kadın mağduriyeti savunucusu kisvesiyle yine içindeki Errrrrrrkek ortaya çıkıp, sen değil ben demişti. hani ayşelerin hakkı? neyse efenim, ayşe’nin yasal süreç başlatmak istememesi ve ismini gizli tutmak istemesine dair yeni dönem entellektüel kelimeler sözlüğünden bulup yazmış hissi veren samimiyetsiz açıklamalarla postun altındaki yorumlara cevaplar verdiğini gördüğümde gizli bir hesabımdan ben de yorum yapmak istedim. gerçekten merak ediyordum benim ismimi gizli tutma hakkıma nasıl tepki vereceğini. takipçi sayımın sıfır post sayımın yüzlerce olduğu, şahsi instagram sayfamdan “medrese kimin” postu altına yazdığım kendisine azıcık ters düşen yorumum üzerine ilk işi takip isteği göndermek oldu. ufacık detaylar kocaman anlamlar içerdi benim için güray dinçol, bir iş adamıdır, sanat üzerinden para kazandan. helali hoş olsun umarım kendisi gerçekten egosunun söylediği kadar akıllıdır da medreseden daha iyisini gerçekten yapabilir. yoksa sittin sene o atölye bu atölye gezip duracağa benzer. demem o ki, soyunduğu şövalye clown u üç gün sonra puf diye sönüverince, gülümsedim. :) güray dinçol, olmasa ben de yamyamlığa soyunacaktım, iyi ki boy verdin güray bey. sevgilerimle,