"Ayşe" ve "Ahmet"in Kamp Sonrası Yaptıkları Yorumlar

Aşağıdaki metin "Ayşe" ve "Ahmet"in de katıldığı İleri Oyunculuk atölyesinin değerlendirme toplantısının transkripsiyonudur. "Ayşe" ve "Ahmet"in konuşmalarını kırmızı renkle işaretledim. Metnin tamamı, benim oyunculuk tekniklerine,  oyuncuyla ilişki konusuna nasıl yaklaştığıma dair önemli ipuçları içermektedir. 

Başlangıçta sadece "Ayşe" ve "Ahmet"li bölümler devamında toplantının tam kaydı mevcuttur.




"Ayşe" ve Ahmet"in toplantı sırasında söz alarak yaptıkları konuşmalar:

----------------------------------------------

00:11


Ahmet: Ya belki o süreçle ilgili bir şey diyebilirim. Hakikaten Hoca’nın dediği gibi böyle, bir yerden sonra bir şeyler olmaya başlama gibi bir durum var ama mesela ben de şöyle bir şey olmuştu ilk iki yıl önce katıldığımda, çok etkilendiğim için mesela bu dramaturji çalışmalarından falan inatla unutmamaya çalışmıştım ve yani önüme gelen herkese bütün tartışmaları baştan yaptırıyorum, herkese anlatıyorum, defalarca konuşuyorum falan filan gibi bir durum ve şey olmaya başlamıştı…


Celal Mordeniz: Sapık olmaya…yakaladığına tekrar tekrar anlatıyor. (Kahkahalar)


Ahmet: O zaten... onu geçelim. Yok, herkes de çok etkileniyor bu arada yani. Bir de o da hoşuma gidiyor, herkes etkileniyor falan ama yapay bir şekilde şey olmaya başlamıştı, hayatımı yapay bir şekilde ona göre uydurmaya çalışıyordum. Hiç unutmadan, yani şey gibi sürekli hatırlamaya çalışılan o yabanıl oyun gibi yani sürekli öncesine sürekli hatırlanmaya çalışılan yaban oyun gibi. Sonra bir yerde unuttum. Artık anlatacak kimse kalmadı çünkü. 


Celal Mordeniz: Çok iyiymiş, evet.


Ahmet: Sonra hatta ondan dolayı bayağı bir dibe düştüğüm bir şey oldu yani, bir şey olmuyor daha dark bir döneme düşmüştüm. Unuttuktan sonra kendi kendime böyle dönüşmeye başladığımı hissetmiştim, yani hani o çok daha dede bir insandım eskiden, çok daha yaşlı bir insandım eskiden… Onun yavaş yavaş dönüştüğünü hissetmiştim. Çok daha tek renk giyinen bir insandım, onun yavaş yavaş dönüştüğünü. Ben yani hiçbir şey yapmadan bir anda giydiğim her şeyi sevmemeye başlamıştım, yaptığım şeyler yani… Unuttukça ve sonra tekrar tekrar deneyimlendikçe olmuştu yani, o yüzden bu push etmeme mevzusu çok önemli.


Celal Mordeniz: (“Ayşe ve diğer İstanbul’dan tanıştığı arkadaşı A.T.'ye dönerek) Şahit misiniz buna siz?


“Ayşe”: Evet.


A.T.: İyi oldu.


00:14



----------------------------------------


00:26


Ayşe”: Ben devam edeyim mi?


Celal Mordeniz: Tabii.


Ayşe: Ben çok üzgünüm. Romantik bir yere götürdüm ama... Bir yandan da güzel, hem böyle buruk bir şey de var. Çok güzel geçti bence. Böyle siz de demiştiniz ya hayat dramaturjisi diye. Gerçekten oydu tam olarak, insan olmayı hatırladım kendi adıma ve o yüzden zaten değiştim, yani kendimi farklı görmeye başladım. Çünkü çok basit, bir şeyler çok basit, o basitliği kavrayabilmek için üzerinde düşündük burada, bir şeyler konuştuk ve o basitliği kavradıkça da değiştik bence. Çünkü sanatı, hayatı, aşkı çok ulvi bir yere taşıdığımız zaman kutsal, üzerinde düşünülmeyen bir şeye de dönüşüyor.  Çünkü o kutsal, o başka bir şey. Anlamı aramak zor, bulmak çok zor onu burada yaptığımız gibi çok basite indirgemek ise…


Celal Mordeniz: Konuşmadık kutsallığı ama temamızın içeriğinde vardı. Kutsal demek aslında gizlemek demektir. Neyi gizler kutsal? Şiddeti gizler, aslında tehlikeyi gizlemek için. O yüzden gerekir kutsallık mekanizması ama bir şeylerde bir kutsallık görüyorsanız orada gizlenmiş ya da sarmalanmış bir şiddet ihtimali vardır. Şimdi bunu ezbere gibi söyledim ama günah keçisinin daha sonra kutsal bir varlığa dönüşmesi gibi. Orada korkunç bir cinayet vardır, kutsallaştırarak o cinayeti gizleyip oradaki etkiyi yeniden elde etmek ister insan. Birtakım şeyleri de kutsallaştırmak aslında onu gizlemek yani görmemek demek. Tanrı için de geçerli bu.  Tanrı analizi yaptık ya. Ya da herhangi bir şeyin, insanî varoluşun, dediğin gibi aşkın, gözlerden saklanması demek onu kutsallaştırmak demek. “Aşk” ya da “insan”, kutsalsa anlamayayım ben onu demektir. Bunu hatırlattığın iyi oldu. Kutsal demek, anlamayacağın, içine girmeyeceğin şey demektir.  Ama kutsallık bakışını aşabildiğinde her şey birden daha net görünmeye başlar. Mesela tirat çalışmalarında kutsallık içinden bakınca olanı görmemeye olmayanı görmeye başlarsınız, yani bir tür “halüsinasyon” başlar. Kutsallık paradigmasını çözmek göz ayarı yapmak gibidir. Dramaturji derslerimizde yaptığımız şey biraz buydu. Bak, gör ve kabul et. Üstelik bu acılı bir süreç değil bilakis arzu tuzaklarına düşmüyorsan zevkli. Bir tirat atmak müthiş bir hazza dönüşür. Halbuki normalde nedir? Görevdir değil mi? Ama oradaki potansiyelleri, oradaki detayları, çıplak gözle yani kutsallaştırmadan baktığınızda görebilirsiniz. Kutsallığından sıyırmak demek saygısızlık değil bakın. Olduğu gibi görmeye çalışmak, yani biraz kafayı çalıştırmak demek. O zaman göreceksiniz ne detaylar var. Ne ilginç şeyler var… Yani yazarın niyetinin bile ötesine geçebilirsiniz. Tehlikeli Oyunları izleyen birisi de demişti. Ben oyun ilk çıktığında bizim oyundan romandakinden daha güçlü bir etki çıktığını söylemiştim. Şu an demiyorum tabii. Ve bir ukalalıktı tabii. Ancak yine de meseleyi doğru gördüğünüzde, onun üzerine ekleyebilirsiniz.  Yazarı anlarsan yazdığına ek yapabilirsin. O yüzden mesela ilk eşi, kızı, oyunu çok çok sevdiler. Eşi şunu demişti bir oyun sonrası: Oğuz yukarıdan sizi izliyor ve çok mutlu oluyordur mutlaka” Çünkü romanı anladığımızı ve üzerine eklediğimizi ve bunu asla ona saygısızlık yapmadan yaptığımızı gördüler. Herkes yapabilir bunu diyeyim. Neyse kutsallıktan böyle biraz uzadı. Evet… Lütfen kaybetmemiş ol kaldığın yeri. 


Ayşe: Bunları evet oturup konuşsak konuşurduk ama bunun burada pratikte de deneyimlenebiliyor olması da çok önemli. Orada da işte, buranın kuruluş biçimi, yani ben birçok şeyle, en azından nasıl baktığımla karşılaştım burada. Bu sizden kaynaklanıyor çok büyük ihtimalle. 


Celal Mordeniz: Biraz açar mısın?


Ayşe: Şöyle bir şeyden bahsediyorum… Mesela şey demiştiniz, bir yönetmen, oyuncusuna değersiz hissettirmemeli demiştiniz. Sizin yaklaşımınız benim de birini, bir şeyi izlerkenki bakışımı çok etkiledi o sözle. Veyâhut şey, bir şeye bakılırsa hep eksiklikleri görürüz… “Ben çok kibirli bir seyirciydim eskiden” demiştiniz.


Celal Mordeniz: Evet.


Ayşe: Hep böyle en kötüsünü görürüz ya da en zayıf noktalara çekeriz.


Celal Mordeniz: “Bana bunu göstermeye nasıl cüret eder.” derdim. Ukalaya bak. (Gülüşmeler)


Ayşe: Evet, aynen. Ben de öyleydim, bence hepimizde öyle bir yan vardır yani.


Celal Mordeniz: Tabii, hepimizde var.


Ayşe: Ve onunla karşılaşmak çok çok ilginçti, size de söylemiştim zaten, bunun hiç zor bir şey olmadığını, aslında öyle bakmamanın daha kolay bir şey olduğunu da fark ettim.


Celal Mordeniz: Aptal gibi görünmekten korkarız çünkü. Ukala zekâmızla her şeyi görelim isteriz ama asıl o zaman gerçekten aptalca şeyler yaparız, aptal gibi görünürüz. Baktığımız yerdeki her şeyi kaçırırız, olasılıkları, güzellikleri, imkanları, senin vereceğin katkıyı. Daha zeki de olmazsın. 


Ve evet, yönetmen oyuncuya değerli hissettirmeli, her tür insan ilişkisi böyle olmalı bence zaten: daha değerli, güzel, iyi hissettirmeli karşı tarafı. İki insan karşı karşıya geldiğinde bir mucize gerçekleşme ihtimali doğar. İşte âşık insan hep bir kişiye takılıp kalır ama aşkla değil sevgi ile hareket edersek herkesle bu mucize gerçekleşir. Ama illa herkesle aynı ilişkinin yaşanacağını söylemiyorum. Aynı çalışmayı yapmadığım gibi sizle de. Kiminizle sadece konuşarak çalıştık, kiminizle herkesle beraber, kiminizle ayrı çalıştık vs. Her insanla bambaşka hikayeler doğar dolayısıyla. Özetle iyi insan olun. İyiliğinizi yaydığınız zaman herkesi iyileştirirsiniz.


00:34

----------------------------------------


01:25

Celal Mordeniz: ... Evet. Başka? 


Ahmet: Yani, ben…


Celal Mordeniz: Hah. Sen konuşmadın. Vallahi unutuluyor. Sen sonradan başladın, piyangodan çıktın ya, o yüzden oluyor böyle. Misafir mi, katılımcı mı anlamadım.


Ahmet: Ben de anlamadım hocam.


Ahmet: Biraz şeyden bahsedebilirim… Aslında ne etkili oldu, neyi fark etmeme sebep oldu üzerinden gidebilirim. İki yıldır mütemadiyen çalışıyoruz. İki yaz, bir kış olarak. Bu kış özelinde ve geçen yaz özelinde biz daha çok imge üzerine çalışıyorduk. beden ve onun üzerinden bir hareket çalışması yapmıştık. Çok fazla beraber çalışmamıştık son zamanlarda. Ve ben onu unuttuğumu fark ettim. İlk atölyeden sonra bir daha hiç öyle bir çalışma yapmadığım için daha doğrusu. Bendeki bu fazla bilme hali benim sorunum zaten uzun süredir. Ve o çalışma bana iyi geliyordu. Yani oyunun bütün dünyasını hareketle çalışma.  Son çalıştığımız Yusuf Atılgan metninde yaptığımız gibi oyunun dünyasını detaylı bir şekilde hayal ederek oynama tekniğinin bana iyi geldiğini hissediyordum. Çok iyi gidiyordu hatta, keşke pandemi patlamayaydı da o çalışmaya devam edebileydim. Ama burada imgenin bedenle olan ilişkisini unuttuğumu fark ettim. Yani ta iki sene önce yaptığımız ya da şimdi de yaptığımız o egzersizleri ve onların etkisini de unuttuğumu fark ettim.  İmge-beden ilişkisine odaklanmam gerekiyor sanırım diye düşünüyorum artık. Sanırım o çok bilme halimi öyle aşacağım gibi. Onun dışında çok teşekkür ediyorum.


Celal Mordeniz: Rica ederim. Başka? Birkaç dakikamız daha var.


G.A.: Siz bizimle ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz hocam? Bizim grubumuzun ne kadar şahane olduğunu. (Gülüşmeler)


Ahmet: Grupla ilgili şunu söylemek isterim. Çok atölye kadrosuyla tanıştım bu süreçte, tiyatro özelinde. Mesela benim ilk ileri oyunculuk grubum otuz beş yaşında birtakım haşerelerdi. Ya haşarı çocuk grubuydu. Çok kibirli gibi söyledim ama. Biraz öyleydiler yani.


Celal Mordeniz: Kibrin konuştu evet.


Ahmet: Ama öyleydi yani çalışmamızın boşa gitmesi vs.


Celal Mordeniz: Sınıfın çalışkan, gıcık öğrencisiydin sen de. Bana sorsan ben de böyle derdim.


Ahmet: Bir şey soracağım, siz de sinirlenmiştiniz hocam.


Celal Mordeniz: Ne?


Ahmet: Bir çalışma boşa gitti.


Celal Mordeniz: Ben sinirlenirim de sen niye sinirleniyorsun? Sana ne oluyor? (Kahkahalar)


A.T.: (Gülerek) Herkes yerini bilecek.


Celal Mordeniz: Evet.


Ahmet: Benim çalışmam gidiyor ya.


Celal Mordeniz: Sen bir şey öğreniyorsun orada, başka bir şey daha öğreniyorsun.


Ahmet: Yani evet ama…


Celal Mordeniz: Bak işte, tam da bunu anlatmaya çalıştım demin. Anlıyorsunuz değil mi ne demek istediğimi? Kesinlikle ben sinirlenirim, ben kızarım oradan sen ders çıkar. Sana ne oluyor?


Ahmet: Hayır hocam. Şimdi…


Celal Mordeniz: Sana ne oluyor? Ben sana o çalışmayı yapacağım diye söz vermedim ki, yapacaktım, kendim yapamadım diye sinirlendim. Yapmayabilirdim de. Bunu düşün, gerçekten düşün.


Ahmet: Anladım dediğinizi ama…


Celal Mordeniz: Anlandın mı acaba?


Ahmet: Hayır çalışmanın boşa gitmesi beni hiçbir zaman mutlu etmez.


Celal Mordeniz: Ne demek boşa gitmesi? Orada bir konuşma yaptık sen ıskalamışsın işte bu yüzden. Çok ilginç bir konu açıldı orada, bir şeyler döküldü… İnsanlar dönüştü, değişti, bir şeyler oldu ve onu görmedin tabii ki sen. Sadece şeyi hatırlıyorsun “Çalışmam boşa gitti”.  Halbuki o çalışma da kıytırık bir çalışmaydı, çok affedersin. Burada da yapayım mı diye düşündüm, yapmadım. Birtakım teknik, sihirbazlık gösterisi gibi bir şeydi. Yani yapsam ne olur yapmasam ne olur. Yani kendi tezimin, makam çalışmamın ne kadar şahane olduğunu ispatlayan bir çalışmaydı. (Kahkahalar) Hani oyuncuya çok büyük bir şey katacak değil. Sadece, “Ne kadar güzel ne kadar imkanlı.” dedirtecek. Dedirtmese ne olur?


Ahmet: (Uzun Es) Tamam ben hatalıyım. (Kahkahalar)


Celal Mordeniz: Ha şöyle. Ama bak bütün o grubu ona döndürmüşsün tabii ki o hatayla. Yani bir takım otuz beş yaşında haşarılar falan. Yani hata yaptılar, evet… Sabaha kadar içmişler, bir şeyler falan… Ne olacak ki?


T.Ç.: Hocam, o tezinize internetten ulaşabilir miyim?


Ahmet: (Gülerek) Sen daha tez soruyorsun ben burada tokatlanıyorum. 


Celal Mordeniz: Çok mu şey konuştum? Sert? 


G.A.: Hocam en son siz bizi övecektiniz…


Ahmet: Ben ekibi övecektim övemedim ya.


G.A.: Sen öv, sonra Celal Hoca övsün.


Celal Mordeniz: Niye diğer grubu döverek övüyorsun?


Ahmet: Tamam ne yapayım ya.


Celal Mordeniz: Onu yapıyorsun şu anda. Onlarca yıl belki yüze yakın grupla çalıştım, hiçbirini birbiriyle karşılaştırmadım.


Ahmet: Ben daha kibirliyim sizden.


Celal Mordeniz: Estağfurullah, ben senden daha kibirliyim. Söyle.


Ahmet: (Gülerek) Yok ya şey diyecektim, öldüm ya. (Kahkahalar)


Celal Mordeniz: Ama etmeyecektin benim öğrencilerime laf. Çok ağır laf ettin. Neyse.


Ben son sözlerimi söyleyeyim. Genel olarak konuşursam benim için oyunculuk çalışması çok özeldir. Çalışma anını çok yoğun bir şekilde yaşayabiliyorsam bende birtakım şeyler değişir çalıştığım insanla birlikte. Oyuncu bir şeyler yapıyor, tıkandığı yerler, vücudunda kasılmalar, rahatlıklar var, bir sürü şey geliyor algılarıma. Birlikte dans etmek gibidir diyebilirim benim için oyunculuk çalışması. Bu his karşılıklı yakalandığında uçuyormuş gibi hissederim. Ya da tiradı kendim icra ediyormuş gibi hissederim bazen. Asla şöyle yap, böyle oyna demem. Bazen rastgele bir şey söylerim ya da yaparım. Karşıdan cevap gelir, sonra ben de onu cevaplarım. Sürekli, diyalog diyorum ya işte onu tarif etmeye çalışıyorum. Teke tek de çalıştım çoğunuzla, eskiden de hep tirat çalışması yaptırırdım ama sanki diğerlerinin de görmesi gerekiyor gibi bir zorunluluk hissederek herkesin önünde çalışırdım. Sonra şunu hissetmeye başladım: seyirci ilk çalışma anını bazen bozar. O kadar hassas bir dans ya da çalışmadır ki hiçbir izleyiciye gerek yoktur o sırada. Bazen de evet, izleyicinin şahitliğine ihtiyaç vardır, onunla yükseliriz. Bunları çok yoğun bir şekilde deneyimledim sizle, hepinizle. Benim için çok dönüştürücüydü kamp. İnanmıyorsunuz belki ama sanki ilk kez bir atölye yapıyormuşum gibi hissediyorum. Sizden önce giden grubu tarih öncesi olarak hatırlıyorum. Yıllar önce birileri gelmişti sanki.


01:41:00 


-------------------------------------------------



Toplantının Bütünü:



Celal Mordeniz: Evet... İleri oyunculuk atölyesi, 2020 yılı... Hangi tarihler arası?.. 


- 12-22 Temmuz 2020


Celal Mordeniz: Kimler var burada bir duyalım… “Ahmet”


- B.G.

- Y. Ç.


Celal Mordeniz: Biraz yüksek sesle.


- B. D. 

- T. Ç. 

- S.İ.Y. 

- G.A. 

- T. G. 

- M. N. Ş. 

- A. T.


Celal Mordeniz: Evet. Güzel…Ben de Celal Mordeniz. Değerlendirmeye istediğiniz yerden başlayabilirsiniz istediğiniz kadar tekrar söz alıp konuşabilirsiniz. Sorular sorabilirsiniz, tavsiyelerde bulunabilirsiniz vs. Ben de aklıma geldikçe bir şeyler söyleyeceğim size. Yani çok formel olmasın.


A.T.: Biri başlasın mı?


S.İ.Y.: Soruyla mı başlasak?


Celal Mordeniz: O zaman ben çok basit bir soru sorayım. Geldiğiniz günü hatırlıyorsunuzdur. Defne Mudun salonundaydık. İlk gün orada beklentiniz, meseleniz nedir, neden geldiniz diye sormuştum. Şimdi yine benzer sorular olsun. Neden gelmiştiniz? Beklentinizle ilgili bir gelişme var mı? Biraz değerlendirirseniz iyi olur. Bir de Medrese'yle ilgili övücü şeyler söylerseniz… (Gülüşmeler)


G.A.: Neden olmasın…


T.G.: Ben başlayabilirim.


Celal Mordeniz: Buyurun...


T.G.: Ben şey demiştim beklenti olarak bir Türkçe tiyatro, ana dilde tiyatro yapmak istiyorum. O yüzden bu atölyeye geliyorum demiştim. Onun dışında atölye ortamı, araştırma ortamı hoşuma gidiyor, hata yapmak, burada yapayım diyorum, demiştim. Ve aslında hani şey, biraz da gerçekten şunu söylemiştim, ileri taşımak istiyorum demiştim. Oyunculuğumu iler taşımak istiyorum ama yani ben beklediğimden çok daha fazla şey aldım. Çünkü yaptığımız tartışmalar zaten yetti de arttı bana kesinlikle, yani asla düşünmeyeceğim şeyler, asla yapmayacağım yorumlar. Ama hani bir kapı açıldıktan sonra oradan kendi kafamda da belli yorumlar yapabilme yeteneği geliştirdiğimi düşünüyorum en azından. Bunun dışında şey… kesinlikle çok yardımcı oldu bana, atölyeye katılan diğer katılımcılar çok yardımcı oldu çünkü asla aklımın ucundan geçmeyecek ama benim de yaşayabileceğim ya da yaşadığım bir şeyi paylaşınca direkt ben de hani “Aaa evet.” deyip o konu üzerine kendi içimde düşünmeye başlıyorum. Bunun dışında tirat çalışması benim için… Oralara da gireyim mi?


Celal Mordeniz: Evet, tabii tabii gir… Bir de kayda konuşmak zorunda değilsin. Biraz unutalım onu.


T.G.: Tamam okey.


Celal Mordeniz: Belki de kaydetmiyor bilmiyorum. Şimdiye kadar yaptıklarımı hiç dinlemedim. (Gülüşmeler)


G.A.: Aslında dinlenmeyecek bunlar. (Gülüşmeler)


Celal Mordeniz: İşte bir ara dinlerim belki.


“Ahmet”: Benim iki sene önceki kaydım var mı orada?


Celal Mordeniz: İşte duruyor orada. Evet…


T.G.: Tirat çalışması benim için biraz ilginçti. Çünkü Macbeth’in sizin gibi ben de benim kastım olduğunu düşünmüyordum ama…


Celal Mordeniz: Çok özür dilerim. Bu kayıtları iki üç sene sonra dinlediğini düşün. Neler demişim, düşünmüşüm… İşte onun için saklıyorum. Sonra bir ara eğlenmek için yani.


T.G.: Dikkat edeceğim şimdi. (Gülüşmeler)


Celal Mordeniz: Seninle niye eğlenelim? Kendimizle…


T.G.: Macbeth'in ben de cast'ım olduğunu düşünmemiştim ama gerçekten denemek istiyordum, daha önce denememiş olduğum için ve çok ilginç bir şey çıktığını düşünüyorum ortaya, yani beklediğim gibi bir şey çıkmadığını düşünüyorum. Ama buradan da hani bir yola soktuğumuzu düşünüyorum en azından, buradan geliştirilecek bir şeylerin olması ile beraber.


Celal Mordeniz: Çok da ne çıkmadı dedin? Kaçırdım pardon özür dilerim daldım bir an. Cast'ım olmadığını düşünüyordum, sonrasını tekrar edebilir misin?


T.G.: Sonra da şey dedim ama denemek istiyordum daha önce denemediğim için dedim. Böyle yani… Puck tiradı da mesela…


Celal Mordeniz: Senin için de belki size göndereceğiz zaten, yıllar sonra belki size mail atacağız, teksti ya da kaydı diye düşün. Kendin için bir kayıt olarak da düşün. Konuştuk bunları çalışmalarda ama kabaca tekrar edebilirseniz iyi olur.


T.G.: Yani çok farklı bir yaklaşımla çalıştık ve bana çok iyi geldi. Çünkü hiçbir şekilde tirat çalıştıktan sonra mental bir yorgunluk çok büyük bir mental yorgunluk yaşamadım, yaşadığım yorgunluk da böyle hoşuma giden tatlı bir yorgunluktu, böyle daha aç bir yorgunluk oldu ve şey demiştim üzerine konulabilecek üzerine konulması gereken bir şey çıktı hâlâ ama hoşuma gitti en azından bu süreçte çıkan şey. Onun dışında Puck tabii benim mesela hep kaçtığım bir karakterdi. Çünkü bana hep Puck oyna dendi ve ben nedense hep kaçtım ama oynayınca da gerçekten çok zevk aldım. Şarkı konusuna da gelince şöyle bir şey var Celal Hoca’yla da konuştuk zaten. Benim şarkı söyleme problemime “şarkı söyleyen kendi imgen” dedi. Şarkı söyleyen imgemde, kendi kafamda kurduğum, yarattığım belli engeller var ve gerçekten “Do Bir Külah Dondurma”yı söylemek bir adım atmama yardımcı oldu, en azından ne yolda gideceğimi bilir hale geldim.


Celal Mordeniz: Sıfır noktası.


T.G.: Sıfır noktası, evet.


Celal Mordeniz: Büyük bir ilerleme değil mi? 


T.G.: Şu an eksi’de ne olduğunu artı’da ne olduğunu görüyorum dediğiniz gibi. Biraz daha bunun üzerine çalışacağım. Kayda girsin, şarkı üzerine çalışacağım. Genel olarak beklediğimden çok farklı ama güzel bir süreç oldu benim için.


(Celal Mordeniz Sandalyeden kalkıp yere oturur.)


“Ahmet”: (Yere otururken) Biz de oturalım. (Gülüşmeler) Acilen taklit etme ihtiyacı duyuyoruz. Duramıyoruz. 


A.T.: Ben açık açık söylüyorum. Taklit ediyorum yani. Gizlemem ben.


“Ahmet”: (Gülerek) İğrenç insanlarız gerçekten. (Gülüşmeler)


Celal Mordeniz: (Gülerek) Hay Allah’ım …


Celal Mordeniz Uzanır. (Kahkahalar)


“Ahmet”: Kayıtlara geçsin. Hoca yattı.


Celal Mordeniz: Pardon, devam et.


T.G.: Genel olarak böyle beklediğimden çok daha fazla şey aldığımı düşünüyorum. Bunları kaybetmek istemiyorum. Bu önümüzdeki on gün içinde yatıp mayışmak istemiyorum. Okumaya devam etmek, bu yeni düşünce tarzıyla devam etmek istiyorum.  Özellikle ilişkilerle ilgili düşünmeye devam etmek istiyorum. Diğer katılımcı arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Bir de hocam size teşekkür ediyorum.


Celal Mordeniz: Rica ederim. Dönebilirsin yine böyle final gibi yapmana gerek yok. Evet başka kim söz almak ister?


S.İ.Y.: Sırayla mı?


Celal Mordeniz: Sıra yok. Hazır olan konuşabilir. Konuşmayı bitirip sonlandırıyorsunuz gibi de düşünmenize gerek yok. 


A.T.: Bence herkeste vardır bu pandemiden sonra; beni öncellikle hareketlilik hâli ekstra bir motive etmişti başlarken. Bir yandan evet büyük beklentilerim vardı kamptan.  Zaten “Ahmet”le konuşmuştuk ya da “Ayşe”yle. Bir şeyler olacak, bir farklılık olacak diye seziyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Çünkü daha teknik bir düzeyde kalır diye düşünüyordum. Mesela üç gün sadece okuma yaptık ve üçgen arzudan bahsettik, bu beş gün de olsa olurdu benim için. Kesinlikle dert değildi. Bir yandan aslında tiratlarımızı çalışmadık da bayağı bir oyunculuk yaklaşımı oluşturduk. Bundan sonra o bambaşka bir tiratta ya da bambaşka bir oyunda tekrardan karşımıza çıkacak şeyler olarak düşünüyorum. O yüzden de hani bir on günlükle sınırlamıyorum ama geri kalan tiyatro hayatımı da etkileyeceğini düşünüyorum. Ve belki de kadromuzun az olmasından kaynaklı ekstra bir yakınlaşma oldu. Bir sevgi saygı da vardı. Herkes yerini de bildi. Ve hiç çekinmedim. Normalde tek başıma sahneye çıkıyorum bir gerginlik bir şeyler olur ama bir yerden sonra o da kalmadı. Çok biz bize gibi hissettim, o da çok bir özgüven verdi. Bir yandan doğru çalışmanın verdiği o etki ile tirat çalışmasının etkisiyle çok çok daha bir özgüven geldi. Evet bunu da yapabilirim, bunu da yapabilirim ve herkes de bunu yapabilir. Çok çok farklı Eleni’ler gördük ve birbirinden çok farklı, herkes kendi karakterinden bir şey katmasına rağmen herkesin farklı bir keyfi vardı izlerken. Ve en önemlisi aslında nasıl çalışmamız gerektiğini de öğrenmiş olduk. Yani “anlam”ın çıkmasından bahsedip durduk. Mesela ben hep o karakteri öne koyardım, Macbeth nasıl birisi? Macbeth büyük birisi, kral birisi. Onları aşmak için çalışmamız da beni eksi’den sıfır’a taşımış oldu. Evet, şu an bu kadar.


Celal Mordeniz: Mersi. Aklıma bir şey gelmişti ama… Hah. Net bir tanım yapamayız di mi aslında? Ne yaptık? Konuştuk biraz, birtakım çalışmalar yaptık o kadar gibi geliyor değil mi? Yani, gerçekten öyle. Hep söylüyorum, size soracaklar “Ne çalıştınız?” diye. Siz de muhtemelen “Bilmem, bir şeyler yaptık...” gibi cevaplayacaksınız. Böyle oluyorsa güzel, doğru yaptığımızı kendi adıma söyleyebilirim.  Ama bir yandan da yani bütün yıl boyunca devam edecek bir etki fark edeceksiniz. Bir an su yüzüne çıkan bir şey hissedeceksiniz diye tahmin ediyorum. Şimdiye kadarki deneyimlerim bunu gösteriyor. Böyle bir an ama çok ferah bir şekilde hatırlanacak ve belki de bir engeli aşmanızda yardımcı olacak. Push ederseniz bu ters teper. Herhangi bir şey yaparken o işi de push etmezseniz o zaman daha zevkli olur süreçler.


A.T.: Bir yandan da az önce konuştuk. Her gün konuştuk aslında. Çok çalışmanın değil de doğru çalışmanın…


Celal Mordeniz: Çok ilginç değil mi? Tembelliğin dramaturjisini de yaptık değil mi?


A.T.: Artık tembeliz. (Gülüşmeler)


Celal Mordeniz: Ben hep tembeldim, ona da bir kılıf uydurdum diye çok seviniyorum.

A.T.: Kılıf da böyle olmalı işte. (Gülüşmeler) Oyuncuda o gerginlik, sık tekrar, kasıntı hali olarak görüyorduk, en azından ben. Çok çalışmalıyım ve zaman olur ama… Ama burada öyle olmadı.


Celal Mordeniz: Çalışmadan bile sadece üfleyerek değil mi? Şöyle üfff diye… (Gülüşmeler)


A.T.: O espriye girmeyeyim dedim yıllar sonra dinlerken pişman olabilirim diye ama…


----------------------------------------------

Celal Mordeniz: Evet, güzel…


“Ahmet”: Ya belki o süreçle ilgili bir şey diyebilirim. Hakikaten Hoca’nın dediği gibi böyle, bir yerden sonra bir şeyler olmaya başlama gibi bir durum var ama mesela ben de şöyle bir şey olmuştu ilk iki yıl önce katıldığımda, çok etkilendiğim için mesela bu dramaturji çalışmalarından falan inatla unutmamaya çalışmıştım ve yani önüme gelen herkese bütün tartışmaları baştan yaptırıyorum, herkese anlatıyorum, defalarca konuşuyorum falan filan gibi bir durum ve şey olmaya başlamıştı…


Celal Mordeniz: Sapık olmaya…yakaladığına tekrar tekrar anlatıyor. (Kahkahalar)


“Ahmet”: O zaten... onu geçelim. Yok, herkes de çok etkileniyor bu arada yani. Bir de o da hoşuma gidiyor, herkes etkileniyor falan ama yapay bir şekilde şey olmaya başlamıştı, hayatımı yapay bir şekilde ona göre uydurmaya çalışıyordum. Hiç unutmadan, yani şey gibi sürekli hatırlamaya çalışılan o yabanıl oyun gibi yani sürekli öncesine sürekli hatırlanmaya çalışılan yaban oyun gibi. Sonra bir yerde unuttum. Artık anlatacak kimse kalmadı çünkü. 


Celal Mordeniz: Çok iyiymiş, evet.


“Ahmet”: Sonra hatta ondan dolayı bayağı bir dibe düştüğüm bir şey oldu yani, bir şey olmuyor daha dark bir döneme düşmüştüm. Unuttuktan sonra kendi kendime böyle dönüşmeye başladığımı hissetmiştim, yani hani o çok daha dede bir insandım eskiden, çok daha yaşlı bir insandım eskiden… Onun yavaş yavaş dönüştüğünü hissetmiştim. Çok daha tek renk giyinen bir insandım, onun yavaş yavaş dönüştüğünü. Ben yani hiçbir şey yapmadan bir anda giydiğim her şeyi sevmemeye başlamıştım, yaptığım şeyler yani… Unuttukça ve sonra tekrar tekrar deneyimlendikçe olmuştu yani, o yüzden bu push etmeme mevzusu çok önemli.


Celal Mordeniz: (“Ayşe ve diğer İstanbul’dan tanıştığı arkadaşı A.T.'ye dönerek) Şahit misiniz buna siz?


“Ayşe”: Evet.


A.T.: İyi oldu.


----------------------------------------


G.A.: Ben konuşabilir miyim?


Celal Mordeniz: Evet tabii.


G.A.: Şimdi ben buraya bir arkadaşımın tavsiyesi ile gelmiştim.


Celal Mordeniz: Dilek’ti değil mi?


G.A.: Evet Dilek’in tavsiyesi ile gelmiştim ve Dilek'e sormuştum ben.


9.Katılımcı Celal Mordeniz’i taklit eder. (Kahkahalar)


A.T.: Hocam şaka yapmıyorum ya!


G.A.: Ama hocam böyle ilerleyemeyiz!


“Ahmet”: Ben bu kadar yüzsüz değilim.


G.A.: (Gülerek) Böyle ilerleyemezsin hayatında.


A.T.: Gör bak otuz sene sonra buradayım. (Kahkahalar)


G.A.: Ve Dilek'le konuştuğumuzda Dilek işte hani bir soru vardır ya işte ne yaptınız, nereden ilerliyor, ne oluyor falan. Dilek “Ya ben bunu sana nasıl anlatayım ki, git kendin gör.” demişti. Ve çok doğal söylemişti, Git kendin gör, kendin deneyimlemen lazım.” demişti. Gerçekten öyle bir şeymiş burası onu fark ettim. Yalnız geldim buraya ve bir sürü arkadaşım oldu…


Celal Mordeniz: Evet o da ilginç bir nokta. Buradaki arkadaşlıkların enteresan bir devamlılığı oluşuyor. Neden olduğunu konuştuk mu sizle?


G.A.: Aynı dili konuşmaktan mı?


“Ayşe”: Arkadaşlığın devamlılığı mı?


Celal Mordeniz: Evet, devamlılığı… Yani normalde hani bazı atölyelerde karşılaşırsınız sonra…

“Ahmet”: İstanbul'da görünce köylün gibi oluyor. (Gülüşmeler) Öyle bir bağ var, asla kopmayan bir bağ var gibi. 


Celal Mordeniz: Çok başka bir türlü şey oluyor. Neden biliyor musunuz?


T.Ç.: Yani her insanla birlikte ilahi söyleyemezsin yani.


Celal Mordeniz: Söylenir canım, bazı atölyelerde söylersin…


S.İ.Y.: Bence burası daha izole, o yüzden çok daha derin paylaşımlarda bulunabiliyoruz.


“Ahmet”: Medrese hayatı bir yandan…


Celal Mordeniz: Evet ama Medrese'nin örgütlenişinde bir şey var bence… Ben hep onu iddia ederim. O da ne?


“Ayşe”: Paylaşım mı?


Celal Mordeniz: Ne?


Ayşe”: Paylaşım… Halkçı bir paylaşım mı?


Celal Mordeniz: Şöyle, rekabete ve yarışa ihtiyaç duyulmayan bir ortam var. Mimarîde de var bu. Ortada ve herkesin buluştuğu kocaman bir avlunun ve isterse çekilebildiği alanların varlığı gibi. Ben de kendi çalışmamda hep şuna dikkat ederim, asla kimseyi kimseyle karşılaştırtmam. Yani daha iyi daha kötü bilmem ne vesaire… Herkesi kendi içinde değerlendirmeyi konuştuk mu biz?  Başka bir yerde konuştum pardon. Ben yine karıştırmaya başladım. İkinci atölyem ya… Şimdi eskiden böyle üçüncü, dördüncü, beşinciye kadar gidiyordu ve beynim sulanıyordu. Sürekli “Ben sizle bunu konuşmuş muydum” diye sorardım. Hiç ara vermeden de yaptığım için kampları böyle anlar oluyordu. Evet, ne diyordum? Bu rekabetin olması konuştuğumuz arzu mekanizmasının hüküm sürmesi demek. Rekabet dediğimiz şey o arzu ya da “to be” olma halinin arayışı. Bu olmayınca, birtakım maskeleriniz inmiş olarak göründünüz birbirinize, yani ‘çıplak’ bir halde. Ve bu enteresan bir şekilde kimseyi ürkütmedi ya da kimseyi ezdirmedi. Kritik nokta bu. İnsan niye açılamaz? Çıplak bir şekilde bir takım sosyal maskelerinden sıyrılamaz? Korkar çünkü, karşı taraftaki değerlendirmeden korkar, ya beni…


G.A.: Yargılarlarsa.


Celal Mordeniz: Yargılanırsam evet. Bu olmayınca enteresan bir şekilde burada tanışıp grup kuran mı dersin, ilişkileri hala devam eden, evliliklerinin bilmem kaçıncı yılını kutlayanlar mı dersin, hepsi mevcut. İla manita olun diye söylemiyorum. (Gülüşmeler) Arkadaşlık da çok kolay oluyor. Adeta görücü usulüne dönüşüyor, ilişkinin başlangıcı bir rekabete dönüşmüyor çünkü.


B.D.: Plansız yani?


Celal Mordeniz: Evet, arkadaşlığınızın kolay kolay bitmeyeceğini göreceksiniz diyeyim.


G.A.: Dediğim gibi, ben ilk geldiğimde yalnız hissediyordum mesela, ne yapacağımı bilmiyordum ama şu an kesinlikle öyle bir durum yok. Bir de telefon çekmiyordu ya. Buraya geldiğimi haber vermem gerekiyordu, iletişim kurmak da zor. Çıldırmıştım ilk geldiğimde, kafayı yemiştim, zordu benim için ama şu an telefonun nerede diye sorsanız hatırlamıyor olabilirim ya da en son ne zaman şarj ettim mesela mesaj geldi mi… Gerçekten o bir yerde telefon bağımlılığından da kurtulduğumuz bir yer oldu bizim için. Şöyle de bir şey olduğunu düşünüyorum ben kendi açımdan… Bir kelimeye sığdırmak ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum ama hani o kelimenin anlamı ve derinliği güzelse bence yapılabilir. Benim için aydınlanma gibi bir şey oldu. Hani hep bir klişe laf vardır, işte tiyatro hayatın aynasıdır, şöyledir böyledir diye… Oyunculuk açısından gerçekten tam anlamıyla bunu gördüm ben. Dedik ya Macbeth’le ilgili önyargılarımız onu aslında insan olmaktan çıkarmış. Aslında insanız ve bir saniyemiz bir saniyemizi tutmuyor, her duyguya girebiliriz, onun farkındalığını yaşadık, yaşadım ve herkesin de bunu yaşadığına inanıyorum. Böyle garip ama çok güzel, tatlı bir süreçti benim için. Bir de zaten süremiz çok kısa. On günde ismi ileri oyunculuk atölyesi, buradan çıktık hadi hepimiz ileri oyuncu olduk gibi bir şey yok kesinlikle. Ama bu atölyelerin ben şey olduğuna çok inanıyorum…


Celal Mordeniz: Pahalı. (Gülüşmeler)


G.A.: Öyle bir şey yok tabii ki de yani bunu biliyorum. Bu sadece bir isimlendirme ama şöyle bir şey var: atölyeler gerçekten bize farklı bir pencere açıyor. O pencereden bakınca neyi göreceğimizi gösteriyor bence. Bu atölyede de çok güzel şeyler gördük ve bence daha geniş bir açıdan baktık gördüğümüz şeye. O yüzden işte burada bir şey anlatıyoruz, oyunlarla ilgili konuşuyoruz, tiyatro ile ilgili konuşuyoruz ya da arkadaşımız herhangi bir şey anlatıyor, aa bunu aslında ben de yaşamıştım şöyle olmuştu böyle olmuştu diyoruz. Tam işte hayatın aynası olma durumu gerçekleşiyor. Aslında bambaşka bir şeyden bahsediyoruz ama hepimiz baktığımız zaman aynı şeyi yaşıyoruz gibi bir durum… Karmaşık, anlatamıyorum ama çok güzel. 


Celal Mordeniz: Evet, güzel… Şeyi soracaktım, genel olarak soruyorum ya hep, ne değişiklik hissediyorsunuz diye? Hatta yüzünüzde sağ sol farkı falan gibi sormuştum ya. Şimdi, aynaya bakmışsınızdır sabahları en azından, bir farklılık görüyor musunuz? 


G.A.: Buraya geldiğimden beri aynaya bile bakmıyorum.


Celal Mordeniz: Bakmıyorsun?


G.A.: Gerçekten.


“Ahmet”: Çok enteresan bir şekilde “Benim yüzüm niye değişti lan?” dedim buraya geldikten sonra, çok saçma.


S.İ.Y.: Ya algılar değişiyor işte, o yüzden. Algılarımız değişiyor o yüzden. Ben bir haftadır görüşmediğim bir arkadaşımı aradım, ne kadar değişmişsin falan dedi.  Benim de hislerim çok değişmiş.


Celal Mordeniz: Hepinize bunu diyecekler muhtemelen.


G.A.: Sen bir başka bakıyorsun ya… 


Celal Mordeniz: Başka var mı?


A.T.: Direkt yüzümü yıkayıp devam ediyorum.


G.A.: Evet, ben buraya geldiğimden beri o kadar salmışım ki bakmıyorum bile aynaya.


Celal Mordeniz: Peki siz G.’deki farkı nasıl görüyorsunuz?


T.G.: Benim ilk gördüğüm G. ile gerçekten şimdiki hali bambaşka.


Celal Mordeniz: Ya şey de tabii ki, yabancı hissettiğin bir yerdeki duruşunla evinde hissettiğin arasında bir fark vardır ama ondan başka bir şeyi kastediyorum.  Yani kalıcı olacak bir fark var, buradan gittiğinde de kalacak bir fark.


T.Ç.: Nasıl bir değişim oluyor hocam?


Celal Mordeniz: Bilmiyorum.


G.A.: Nur iniyor yüzümüze.


Celal Mordeniz: (Gülerek) Evet nur iniyor. Yani subliminal mesajları almadın mı hâlâ?


G.A.: Ben o farkı tirat çalışırken çok net hissettim. Çünkü ben bu zamana kadar hep aslında sahneye kendimi taşımışım bencil bir şekilde. Buradan önce her şeyde bir kendim vardı, aslında ondan uzaklaşmaya çalışıyordum ama hep kendimi dahil etmişim karaktere şu an bunu fark ediyorum. Ama işte tirat çalışırken o kendini tutamayan, ağlarken bile, o duygularını dorukta yaşayan ve bunu göstermekten hiç çekinmeyen, aslında ben de değil, o karakteri gördüm, aslında oyuncu olarak yapmam gerekeni fark ettim. Yani tamam sahneye ben çıkıyorum ama karaktere izin vermem gerekiyor, çünkü o orada canlanmalı. O yüzden oyunculuk anlamında güzel bir deneyim oldu benim için.


----------------------------------------

00:26:35

Ayşe”: Ben devam edeyim mi?


Celal Mordeniz: Tabii.


“Ayşe”: Ben çok üzgünüm. Romantik bir yere götürdüm ama... Bir yandan da güzel, hem böyle buruk bir şey de var. Çok güzel geçti bence. Böyle siz de demiştiniz ya hayat dramaturjisi diye. Gerçekten oydu tam olarak, insan olmayı hatırladım kendi adıma ve o yüzden zaten değiştim, yani kendimi farklı görmeye başladım. Çünkü çok basit, bir şeyler çok basit, o basitliği kavrayabilmek için üzerinde düşündük burada, bir şeyler konuştuk ve o basitliği kavradıkça da değiştik bence. Çünkü sanatı, hayatı, aşkı çok ulvi bir yere taşıdığımız zaman kutsal, üzerinde düşünülmeyen bir şeye de dönüşüyor.  Çünkü o kutsal, o başka bir şey. Anlamı aramak zor, bulmak çok zor onu burada yaptığımız gibi çok basite indirgemek ise…


Celal Mordeniz: Konuşmadık kutsallığı ama temamızın içeriğinde vardı. Kutsal demek aslında gizlemek demektir. Neyi gizler kutsal? Şiddeti gizler, aslında tehlikeyi gizlemek için. O yüzden gerekir kutsallık mekanizması ama bir şeylerde bir kutsallık görüyorsanız orada gizlenmiş ya da sarmalanmış bir şiddet ihtimali vardır. Şimdi bunu ezbere gibi söyledim ama günah keçisinin daha sonra kutsal bir varlığa dönüşmesi gibi. Orada korkunç bir cinayet vardır, kutsallaştırarak o cinayeti gizleyip oradaki etkiyi yeniden elde etmek ister insan. Birtakım şeyleri de kutsallaştırmak aslında onu gizlemek yani görmemek demek. Tanrı için de geçerli bu.  Tanrı analizi yaptık ya. Ya da herhangi bir şeyin, insanî varoluşun, dediğin gibi aşkın, gözlerden saklanması demek onu kutsallaştırmak demek. “Aşk” ya da “insan”, kutsalsa anlamayayım ben onu demektir. Bunu hatırlattığın iyi oldu. Kutsal demek, anlamayacağın, içine girmeyeceğin şey demektir.  Ama kutsallık bakışını aşabildiğinde her şey birden daha net görünmeye başlar. Mesela tirat çalışmalarında kutsallık içinden bakınca olanı görmemeye olmayanı görmeye başlarsınız, yani bir tür “halüsinasyon” başlar. Kutsallık paradigmasını çözmek göz ayarı yapmak gibidir. Dramaturji derslerimizde yaptığımız şey biraz buydu. Bak, gör ve kabul et. Üstelik bu acılı bir süreç değil bilakis arzu tuzaklarına düşmüyorsan zevkli. Bir tirat atmak müthiş bir hazza dönüşür. Halbuki normalde nedir? Görevdir değil mi? Ama oradaki potansiyelleri, oradaki detayları, çıplak gözle yani kutsallaştırmadan baktığınızda görebilirsiniz. Kutsallığından sıyırmak demek saygısızlık değil bakın. Olduğu gibi görmeye çalışmak, yani biraz kafayı çalıştırmak demek. O zaman göreceksiniz ne detaylar var. Ne ilginç şeyler var… Yani yazarın niyetinin bile ötesine geçebilirsiniz. Tehlikeli Oyunları izleyen birisi de demişti. Ben oyun ilk çıktığında bizim oyundan romandakinden daha güçlü bir etki çıktığını söylemiştim. Şu an demiyorum tabii. Ve bir ukalalıktı tabii. Ancak yine de meseleyi doğru gördüğünüzde, onun üzerine ekleyebilirsiniz.  Yazarı anlarsan yazdığına ek yapabilirsin. O yüzden mesela ilk eşi, kızı, oyunu çok çok sevdiler. Eşi şunu demişti bir oyun sonrası: Oğuz yukarıdan sizi izliyor ve çok mutlu oluyordur mutlaka” Çünkü romanı anladığımızı ve üzerine eklediğimizi ve bunu asla ona saygısızlık yapmadan yaptığımızı gördüler. Herkes yapabilir bunu diyeyim. Neyse kutsallıktan böyle biraz uzadı. Evet… Lütfen kaybetmemiş ol kaldığın yeri. 


“Ayşe”: Bunları evet oturup konuşsak konuşurduk ama bunun burada pratikte de deneyimlenebiliyor olması da çok önemli. Orada da işte, buranın kuruluş biçimi, yani ben birçok şeyle, en azından nasıl baktığımla karşılaştım burada. Bu sizden kaynaklanıyor çok büyük ihtimalle. 


Celal Mordeniz: Biraz açar mısın?


“Ayşe”: Şöyle bir şeyden bahsediyorum… Mesela şey demiştiniz, bir yönetmen, oyuncusuna değersiz hissettirmemeli demiştiniz. Sizin yaklaşımınız benim de birini, bir şeyi izlerkenki bakışımı çok etkiledi o sözle. Veyâhut şey, bir şeye bakılırsa hep eksiklikleri görürüz… “Ben çok kibirli bir seyirciydim eskiden” demiştiniz.


Celal Mordeniz: Evet.


“Ayşe”: Hep böyle en kötüsünü görürüz ya da en zayıf noktalara çekeriz.


Celal Mordeniz: “Bana bunu göstermeye nasıl cüret eder.” derdim. Ukalaya bak. (Gülüşmeler)


“Ayşe”: Evet, aynen. Ben de öyleydim, bence hepimizde öyle bir yan vardır yani.


Celal Mordeniz: Tabii, hepimizde var.


“Ayşe”: Ve onunla karşılaşmak çok çok ilginçti, size de söylemiştim zaten, bunun hiç zor bir şey olmadığını, aslında öyle bakmamanın daha kolay bir şey olduğunu da fark ettim.


Celal Mordeniz: Aptal gibi görünmekten korkarız çünkü. Ukala zekâmızla her şeyi görelim isteriz ama asıl o zaman gerçekten aptalca şeyler yaparız, aptal gibi görünürüz. Baktığımız yerdeki her şeyi kaçırırız, olasılıkları, güzellikleri, imkanları, senin vereceğin katkıyı. Daha zeki de olmazsın. 


Ve evet, yönetmen oyuncuya değerli hissettirmeli, her tür insan ilişkisi böyle olmalı bence zaten: daha değerli, güzel, iyi hissettirmeli karşı tarafı. İki insan karşı karşıya geldiğinde bir mucize gerçekleşme ihtimali doğar. İşte âşık insan hep bir kişiye takılıp kalır ama aşkla değil sevgi ile hareket edersek herkesle bu mucize gerçekleşir. Ama illa herkesle aynı ilişkinin yaşanacağını söylemiyorum. Aynı çalışmayı yapmadığım gibi sizle de. Kiminizle sadece konuşarak çalıştık, kiminizle herkesle beraber, kiminizle ayrı çalıştık vs. Her insanla bambaşka hikayeler doğar dolayısıyla. Özetle iyi insan olun. İyiliğinizi yaydığınız zaman herkesi iyileştirirsiniz.

00:34:48

----------------------------------------


Anlaşılmayan espiriler ve kahkahalar.


A.T.: Hala şaka yapıyorum zannediyorsunuz. Göreceğiz, biraz zaman geçsin, sakinleşelim bir.


Celal Mordeniz: Pelerin giyip, asayla fotoğraf paylaşıyormuşuz. (Kahkahalar) (“Ayşe”ye) Evet senin eklemek istediğin bir şey kalmış mıydı? 


“Ayşe”: Benim başka söyleyeceğim bir şey yok.


Celal Mordeniz: Başka yok, okey. Var mı başka konuşmak isteyen? 


S.İ.Y.: Ben anlatabilirim.


Celal Mordeniz: Tabii, lütfen.


S.İ.Y.: Ben buraya her şeyden çok emin geldim. Bir kere şu gelecek kaygısı beni inanılmaz derecede strese sokan bir şey. Hep akranlarımdan geri kaldığım duygusu vesaire … Bunları düşünmekten aslında kendimi şimdiki zamana kapadığımı fark ettim. Yani gerçek dünyadan bile bazen çıktığımı fark ettim. O kadar çok hayal dünyasında yaşıyorum ki, evde de bu çok oldu pandemi zamanında. Aslında onu ben kendim evdeyken dışarı vurabiliyorum çünkü ailem sağ olsun beni hep müzik, piyano, sahne ile iç içe büyüttükleri için, evde bir sıkıntı çıktığında kendimi başka şekilde ifade etmeyi öğrenmiştim.


Celal Mordeniz: Ailen necidir? Pardon çok özür dilerim.


S.İ.Y.: Babam avukat, abim de babamın işini yapıyor, annem Almanca öğretmeni.


Celal Mordeniz: Ceza avukatı mı?


S.İ.Y.: Yok şey, icra.


Celal Mordeniz: İcra? İnsanların mallarına çökmekten kendini kötü hissediyordur.


S.İ.Y.: Ama şöyle… İşte ben gelmeden önce buraya, işte bir hafta arkadaşıma dedim ki şu önümüzdeki bir hafta içinde planın ne falan.


Celal Mordeniz: Sen dedin?


S.İ.Y.: Evet, ben dedim. O da işte anlattı, gelecek planlarımızdan falan bahsediyoruz… İstanbul'da insanlara yardım edebilecek iyi kuruluşlar yönetmek istediğinden falan bahsetti. Ben de hep iki şey arasında kaldım yani, şu an yurt dışına çıkma ihtimalim yok evet. Belki yurtdışı, yabancı eğitim aldım vesaire ve tekrar kaçıp gitmek istiyorum. Ama bize böyle sanki misyonerlik oldu, işte Türk eğitimi kötüdür, bilmem nedir falan filan diye. İster istemez bende de tepeden bakma olayı oluştu ama onun hiç iyi bir şey olmadığını düşünüyorum ben. Bu yüzden de hani artık her şey yerli yerine otursun, düzen otursun, bir şekilde “düzenimi koruyayım”ı düşünmekten… Yani bir an önce yetişkin olmak için acele ettiğimi fark ettim ve…


Celal Mordeniz: Burada mı fark ettin?


S.İ.Y.: Buradaki birçok şeyi kaçırdım bunları düşünmekten zaten fark etmişsinizdir. Hani normalde hep ön planda olmayı seven bir insanım, bu sefer arka planda olmayı tercih ettim biraz izlemek istedim daha doğrusu. Çünkü hani her şeyi Gizem'in dediği gibi her şeyi kişisel algılamaktan aslında kendi hayal dünyanı yaratıyorsun. Kendi benliğini yaratıyorsun ve hani bahsettiğiniz gibi oyunları aslında biz oyuncuysak eğer sanatçıysak, o metni yani vücudumuzu ve bilgimizi bir enstrüman olarak kullanarak aslında biz kendimiz bir medyumuz aslında. Bir aracıyız yani, biz işte kendimizi göstermek zorunda olan kişi değiliz. Yani kendi egomuzu tatmin etmek için sahnedeyiz ya, aslında onu öğrendim ben.


Celal Mordeniz: Evet, sizinle konuştuk değil mi tiyatrocular neden mesleklerine aşıklar diye? Çünkü, kendini ön plana çıkarma, arzulanma ve arzulama isteği çok yüksektir bu meslekte. O yüzden bence insan ruhu için çok tehlikeli mesleklerden biridir. Bunu bir daha hatırlatmış olalım sadece.


S.İ.Y.: Bunu hep aklımda tutacağım ama bende, hep ben şimdi ya da sonra ne yapacağım duygusu var. Atölyeden sonra ne yapacağım? Hayat kurmam lazım benim vesaire. İstanbul yaşantısından çok korkuyorum, çünkü kendi küçük dünyamda gerçekten mutluyum ve küçük dünyamda kendimi, kendi bakış açımı daha büyütebiliyorum. Ve İstanbul hengamesi beni biraz ürkütüyor diyebilirim. Yeniliğe açık bir insanım ama işte… Hep bir işte ne olacak halimiz, hep bir böyle olumsuzluk var bende. Çünkü kendi isteklerim var bir yandan ama bir yandan hayat gerçekleri var. İşte para kazanma zorunluluğu beni hep sıkıntıya sokuyor. Yani acele ediyorum, ailemin parasını kullanmak istemiyorum, ki kullandım.


Celal Mordeniz: Kullanın. Varsa kullanın arkadaşlar. Niye bu kadar sorun ediyorsunuz? Yani tabii ebeveyn parasıyla dejenere olmayın. Bunu bir kullanayım da yatayım falan gibi değil. Çabala, ama varsa da kullan. Ne yapacak ki o parayı Allah aşkına bir söyle?


S.İ.Y.: Ben hâlâ onu benimseyemiyorum ya.


Celal Mordeniz: Neyi?


S.İ.Y.: Annemin parasını kullanıp bir şey yapmak, yani reşit olduk. Ben Alman eğitimiyle büyüdüğüm için böyle oldu on sekizden sonra…


Celal Mordeniz: Kendini perişan etmeye değmez ama bu.


S.İ.Y.: Evet doğru.


Celal Mordeniz: Yani de ki annene kullanıyorum ama mecbur kaldığım için çok üzgünüm. Kullanmak istemiyorsan da git garsonluk yap.


S.İ.Y.: Öbür türlü daha çok hak ettiğimi düşünüyorum.


Celal Mordeniz: “Mesleğimi yapamıyorum oradan para kazanamıyorum.” Tamam o zaman mesleğini değiştir. Bu kadar basit aslında. Ya da kullan annenin babanın parasını. Belki de biraz zamana ihtiyacın var. Eğer o parayı çok daha ulvi bir işe harcamayacaklarsa; bilmem neyi kurtarma vakfı kuracaklar ve oraya harcayacaklarsa o zaman dokunma on. Tamam.  Ama ailenin parası var, kıt kanaat de geçinmiyorsunuz diyelim ki. Kıt kanaat geçiniyorsanız zaten bu sorun bile olmaz biliyor musun? Geçinir gidersiniz. Varsa para, enteresan bir şekilde, sorun oluyor.


S.İ.Y.: Ya nasıl kullanacağını bilmek lazım yani.


Celal Mordeniz: Bilmiyorsun çünkü paralize oluyorsun, hayır onların da olmasa tamam ama varsa kullan. Mirasyedilik değil önerdiğim. Burada zihnin açıksa, vicdanın da varsa yani hiç sorun olmaz. Hortumlamaya çalışma, mirasyedilik yapma ama ihtiyacın varsa da bunu açıkça söyle ve al.


S.İ.Y.: Yani biraz daha planları büyütmek bana mantıklı geliyor mesela bazen on yıllık kalkınma planı düşünüyorum kendimle alakalı.


Celal Mordeniz: Yanlış yapıyorsun, yanlış yaparsın.


S.İ.Y.: Çünkü öbür türlü kendimi kanıtlama peşinde hissediyorum yani.


Celal Mordeniz: Bak şunu kaçırıyorsun…


S.İ.Y.: Kendimi kanıtlama peşinde hissediyorum yani.


Celal Mordeniz On yıllık plan da nedir? Yani tabii planlar yapabilirsin, şöyle şuradan gideyim ama yani bu kadar gelecek kaygısı kendini kaybettirir sana, geleceği sürekli düşünmek.


S.İ.Y.: Doğru, evet.


Celal Mordeniz: Geçmişi düşünmek kaybettirir, geriye doğru düşersin, gelecek kaygısı ise yüzüstü kapaklanırsın. Ortada durman gerekiyor. İki tarafa da rahatlıkla bakabilmen gerekiyor istediğin yere varmak için. 


S.İ.Y.: Hayatın, geleceğin sürprizlere açık olmak çünkü, planlasan da.


Celal Mordeniz: Misal bak… Metaforlarla düşün. Diyelim buradan arabaya bindin, arabayı sen kullanıyorsun İstanbul'a gideceksin. İstanbul'u ve bütün yolu mu düşünürsün yoksa önüne mi bakarsın?


S.İ.Y.: Önüme bakarım.


Celal Mordeniz: Önüne bakarsın. Nedir on yıllık plan, ölecek misin kalacak mısın belli değil ki. Belki dünya yok olacak. Pandemi var, göktaşı çarpar.  Nedir on yıllık plan? Onu devletler yapıyor, kurumlar yapıyor. Ama sen? Tabii ki şunu diyebilirsin, ya şu bölümü okuyayım, şunu yapayım, şuralara, şuraya doğru yöneleyim. Yönelim başka bir şey. Geleceği düşünmek, kaygılanmak ise bambaşka.  Arabaya bindin gidiyorsun İstanbul’a: eyvah İzmit’te korkunç bir yol Hereke’de. Ben çok korkarım mesela oradan arabayla giderken, çok korkunç bir yoldur orası. Kamyonlar hızlı gider, rüzgâr vardır, emniyet şeridi yoktur. Diyelim ki oradan geçeceksin. Sürekli o yolu kafama takarsam Selçuk girişinde toslarım bir yere.


S.İ.Y.: Doğru, evet.


Celal Mordeniz: Oraya geldiğinde de evet, nefes al ve devam et. Zor olabilir. Yapamayacak gibi hissedersem o yoldan gitmeyebilirim.  Çanakkale üzerinden giderim ya da ben feribota binerim, çözüm çok. Diyelim yanlışlıkla girdin oraya, o zaman ona göre çözüm bul. Çok nasihat mı oldu ya? Neyse, pardon. 


S.İ.Y.: Bazen çok teoride kaldığımı düşünüyorum yaşama konusunda. Öyle işte kişisel oldu.


Celal Mordeniz: Ne diyebilirim?.. Aslında çoğu zaman söyledim sana da. Bir yük taşıdığını hissediyorsan o yükün ne olduğunu anla. Neyi taşıyorum ben acaba? Bunu dürüstçe söyle kendine. Göreceksin oo yük birden hafifleyecek bir. En son bunu söyleyebilirim belki. Bir faydasını görebilirsin belki. 


S.İ.Y.: İşte şey… “Ayşe”nin dediği gibi yani sanata daha farklı bir bakış açısıyla bakmaya çalıştım. Annem beni çok gaza getirmişti, sen işte zaten sanatçısın bilmem ne, boş ver okulu falan diye böyle gaza getiriyordu.


Celal Mordeniz: O zaman karşılığını para olarak versin sana. Sen de dert etme o zaman, madem o kadar pohpohladı.


S.İ.Y.: Aynen pohpohladıklarını fark ettim ama yani hepimiz insanız.


Celal Mordeniz: Bak çok önemli noktaya vardın bence. Bak bu pohpohlama çoğu zaman tuzaktır. İnsan farkına bile varmaz bazen. Sakın ona kaptırmayın kendinizi.


“Ayşe”: Nasıl yani, pohpohlanınca ne oluyor?


Celal Mordeniz: Önünü görmemeye başlarsın, gerçekleri görmezden gelirsin ve bağımlı olmaya başlarsın o övgülere.  Bir de gerçekten inanırsan ayvayı yersin. 


Celal Mordeniz: (Kamp boyunca sürekli “sana inanıyorum Pir’im.” esprileri yapan A.T.ya dönerek) Sen bana inandın ama ben sana inanmadım. Gibi… (Kahkahalar) Tabii ki, güzeldir kabul görmek. Ben de o yüzden yapıyorum bu işi. Niye çabalıyorum bu kadar? İyi yaptın falan diyesiniz diye, değil mi? Niye kötü yapayım? Niye iyi yapmayayım ki? Gerçekten bütün enerjimi harcıyorum, mental ve fiziksel enerjimi. Çok iyi geliyor bana da enerji harcadığım için. Size de iyi geliyorsa ne güzel. 


Bir kere bu sebeple haşlamıştım bir grubu ama hiç sesimi yükseltmeden. Toplu bir çalışma yaptırmıştım. Bir oyuncuya “Sen yaptığını herkese gösterir misin?” dedim. Çalışma sırasında kimse kimseyi göremiyordu. Kutay’ın çalışmasıydı. Gösterdi ve herkes boş boş baktı. Sonra bir çalışma daha yaptırıp yine aynı kişiden herkese göstermesini istedim. Yine boş boş baktılar ve sinirlendim.


G.A.: Sinirlenebiliyormuşsunuz demek ki hocam.


Celal Mordeniz: Uzun uzun şunu anlattım: aslında önünde biri çok acayip bir şey gösteriyor sana, sen böyle boş bakıyorsun. Bunun insanın kendini aptallaştırması olduğunu anlattım. Çünkü gerçekten ne olduğunu görmek gerekiyor, çalışmayı ben yaptırdım diye söylemiyorum.  Biliyorum o çalışmanın çok iyi olduğunu, oyuncu çok iyi bir şey yaptı. Kendi içinde de iyi bir şey yaptı. Dışarıdan biri görse de iyi olduğunu söyleyebileceği bir çalışmaydı. Çünkü bazen görmez dışarıdan bakan “Bu ne ki?” falan der ama oyuncu için çok büyük bir adımdır. Buna rağmen böyle boş boş bakınca bir sarsma ihtiyacı duydum ve gerçekten atölyenin de kendilerinin de havası birdenbire değişti. Bazen olabiliyor böyle şeyler. Evet, ondan sonra gülerek “Nasıl bu kadar sakinlikle konuşarak bizi dövmüş kadar oldunuz.” dediler.  Ama bakın psikolojik baskı yapmadım. Sadece durumu anlattım aslına bakarsanız. İyi bir şekilde ne olduğunu anlatınca zaten anlamış oldular. Niye örnek verdim ben bunu? Ha, şey miydi takdir görmemekle ilgili mi?


G.A.: Evet, oradan.


Celal Mordeniz: Bu benimle ilgili değildi, o oyuncu için korkunç bir şeydi. Yanlış bir şeydi öyle izlemek. Bunun hesabını sordum o oyuncu adına. Benim de başıma geliyor bazen. O sırada çok iyi bir çalışma çıkıyor diyelim. Ama katılımcı gelip bana ben böyle çalışmalar yaptım diyor. Aslında kendince tesire girmemeye çalışıyor. Benim ya da çalışmamın tesirine. Ne saçma! Öte yandan anlaşılabilir bir şey yaptığı. Zamanında etkisine girdikleriyle belki de çok kötü şeyler yaşamış. Olabilir ama bu korku daha kötü bir şekilde tesire girmeye yol açar.  

Bir çalışmayı ya da kişiyi önemsizleştirmeye çalışırken oradaki belki özgün şeyi göremeyecek. Hatta aksine daha çok tesire giriyor. Sürekli negatif bir söylem yaratması gerekiyor mesela benimle ilgili. Ardından benim yaptığım her iyi şey onun için bir öfke kaynağına dönüşmeye başlar. Hiç tanımadığım halde benden nefret eden insanlarla karşılaşıyorum mesela.


G.A.: Hiç tanımıyorsunuz ama?


Celal Mordeniz: Tanımıyorum, o da şahsen tanımıyor. Çünkü nefrete ne dedik? Hayran olunmayacak birine hayran olma durumu. Çünkü ben hayran olunacak biri değilim. Ama biliyorlar beni, özellikle ODTÜ Tiyatro Şenliği’nde olurdu. Gidip oyun oynardık orada. Bazıları, Allah'ım bir kurulmuşlar bana, şaşırıyorum.


“Ahmet”: Hâlâ da döner yani.


Celal Mordeniz: Ne döner? Ha, evet anladım. Ne yaptım ya, tavuğunuza kışt mı dedim? Ben bütün oyunlarımın prömiyerini ODTÜ'ye getiren, ODTÜ Şenliği’ni çok önemseyen biriydim. Ama bayağı sıkı bilenmiş tiplerle karşılaşıyordum. Ne tanır beni ne tanıdığımı tanır. Sadece oyunları görüyor ve benim tavrımı görüyor. 


----------------------------------------------

En son gidişimde birisi benim bir oyuncumu bir kenara çekip “bu adamda ne buluyorsunuz? Niye bu adamla çalışıyorsunuz? Aslında oyunun güzel olması sizin iyi oyuncu olmanız bence.” diye konuşmalar yapmıştı.  Bu vakadan sonra çok önemsediğim ve seyircilerinin çoğuyla çok güzel diyalog kurduğumuz ODTÜ Şenliğine gitmekten vazgeçtim.

Aslında hiç tanımadığına ya da tanımakta zorluk çektiğine karşı öfkelenirsin. Ben bir yandan o sanatsal ve siyasi ortamlarına dahil olmuyorum ama bir yandan da reddemeyecekleri kadar iyi şeyler görüyorlar benim işlerimde. Bu çok büyük bir nefret yaratıyor. Nedir nefret? Hayranlığı bastırma çabasıdır ve gittikçe de artar bu yüzden. Bir o yola girdiniz mi ayvayı yediniz demektir. Nefretinizin bastırılmış hayranlık olduğunu açığa çıkarın ve öyle devam edin. Utanıyorsan hayran olmaktan, bu nefrete dönüşür. Bana hayranlık ifade etmekten neden utanırlardı? Aslında sınıfsal, sanatsal olarak, çok hak ediyor görünmüyordum onlara. Ne diyecektim bir de?


S.İ.Y.: Hocam siz nerelisiniz?


Celal Mordeniz: Bak soruyu gördün mü? Doğru soruyu sordu. Adıyaman'da doğdum, büyüdüm, Malatya kökenim, Kürdistan'ın tam sınırında bir köyümüz var, Türkiye Kürdistan’ından bahsediyorum tabii. Kürt bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Belgesel gibi oldu. (Gülüşmeler) Evet. Bu bilinen ve fark edilen bir şey. Burada gizil bir ırkçılık var.  “Ne hakla bizi yok sayarak yaparsın yaptıklarını öfkesi var. Tıpkı işte Kasımpaşa'dan çıkan birine, aslında tam da hayran oldukları putlarının yaptıklarına benzer işler yapan birine duyulan nefret gibi.


“Ahmet”: Bunun etkisi var mıdır ya tiyatro camiasında?


Celal Mordeniz: Tiyatro camiasında da olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bir de benim umursamamam onları, çok da kaale almamam çok öfke yaratıyor. Bir gün çok ünlü hocalardan ve yönetmenlerden birine şunu sordum… Ay benim konuşmama döndü olay ama.


S.İ.Y.: Hocam konuşun zaten…


Celal Mordeniz: Şöyle bir şey fark ettim birkaç yıl önce. Bir Facebook etkinliğinde hepsini simaen tanıdığım ve burada tanışıp grup kurmuş bir topluluk fotoğrafı gördüm. Haliyle meraklanıp etkinliğin açıklamasını okudum. Bir oyun-masal grubu kurmuşlar ve bir gösteri hazırlamışlar. Benim öğrencilerim değil, başka bir kampın katılımcıları. Bir tanesi benim katılımcım olmuştu sanırım. Açıklama şöyle, biz şöyle şeyler yapmak istiyoruz filan...İstanbul'un uzağında bir yerde bir atölyede tanıştık, bu atölyeden sonra İstanbul'a döndük… İşte bilmem şey sahnesinde, atıyorum işte mesela Cihangir Sahne’de buluştuk, orada çalışmalar yaptık vs.  Anlatıyor, anlatıyor ve bitiriyor. Allah Allah dedim buradan niye İstanbul dışı diye bahsediyor ki? Neden Tiyatro Medresesi demiyor?


T.Ç.: Ha isim vermemiş?


Celal Mordeniz: Vermiyor.


G.A.: Bilerek söylenmemiş?


Celal Mordeniz: Bir tek orada isim vermemiş ama, diğer isimlerin hepsi var. Hani masalsı bir ifade desen değil, yani İstanbul'a geliyorlar bilmem ne Sahne’de çalışıyorlar falan onları da söylüyor ama Medrese’yi söylemiyor ve gerçekten, burada tanıştı hepsi. İşin bir de böyle bir boyutu var. Hoş taraflarını konuşuyoruz ama. Ben de burada çalışılmış başka oyunların tanıtımlarına baktım. Buraya “Biz gelip orada oyun çalışabilir miyiz üç kişi?” diye başvuranlar var. “Ne olur en son?” diye soruyorlar haliyle. Ben de çoğuna şey diyorum, bir şey istemiyoruz şu anda oyun çıkıp para kazanırsanız, işte buradaki fiyatı budur verirseniz çok iyi olur bizim de ihtiyacımız var. Ama şu anda hiçbir şey istemiyoruz, buyurun gelin istediğiniz gibi çalışın diyorum. Ya da bazen şey diyorum, çıkaramadığınız zaman da çok minimum bir şey verin. Ama çıkarırsanız kazandığınızı yavaş yavaş, atıyorum birkaç ay içinde kazancınızdan paylaşarak buradaki kalma ücretini ödeyin diyorum. Çok fair bir anlaşma değil mi?


“Ahmet”: Bayağı fair.


Celal Mordeniz: Düşünsene.


T.G.: Kesinlikle öyle.


Celal Mordeniz: Böyle durumlarda bile enteresan bir şekilde Tiyatro Medresesi vurgusu, teşekkürü bile yok.


G.A.: Ama o biraz kıymet bilmemek…


Celal Mordeniz: Yo yo, burada özel bir şey var. Başka bir şey sevgili arkadaşlar. Bakın Medrese ismiyle bile Kemalizm’e saldırının farkına varıyorlar. Bu, çoğunda bilinç altında bir şey, sorsan kemalist değildirler asla. Bu birincisi… İkincisi de benden kaynaklanıyor. Bir tanesine sordum bunları tanıyan, az çok oraların içinde olan çok piyasa içinde ve çok da sevdiğim birine. Dedim ki, nedir sence bu mesele? Ben bunu sorunsallaştırmak istiyorum. Eğer bu mesele böyle olacaksa kapatırım o zaman burayı dedim. Ne var ki dışarıya kapatırım salt kendi öğrencilerimle kendi çalışmamı yaparım. Beni hacze verecek kimseye borcum yok harcım yok. Hâlâ ödeyemediğim tüm borcum sadece akrabalarıma nasılsa diye espri yaptım. O da “Celal dedi, şöyle bir şey var aslında benim de fark ettiğim.”


“Ahmet”: Kim dedi?


Celal Mordeniz: İsim vermek istemiyorum. Birisi. Ama çok bilinen, sevilen, o insanları da tanıyan, beni de tanıyan biri. Hatta buraya geliyor diye bazı çok yakın lise arkadaşları görüşmeyi kesmiş onunla. Çok şaşırdım. Ankara kökenli biri bu arada bu konuştuğum kişi. Bana, 

Celal, şöyle bir şey var: sen epeydir, kendi tiyatro yolculuğun içinde tek kişilik oyundur tutturdun, iyi işler de yaptın, herkesi peşinden biraz da sürükledin. Herkes tek kişilik oyun yapmaya başladı senden sonra. Kendi yolunu kendin açıp devam ettin. Genco da tek kişilik oyunlar yapar ama öyle bir yol açmadı o. Burada yol açıldı, arkandan insanlar gelebildi. O kuşak, sadece onların yapabileceği başka kimsenin yapamayacağı çok spesifik bir tür olarak icra ettiler. Sense herkes yapabilir demiş oldun. Yani bir etki oluşturuyorsun. Sonra da kokteyllere falan gidip bunun ekmeğini yemiyorsun. Bir de gittin üzerine Medrese yaptın. Tabii ki çok büyük bir haset oluşuyor insanlarda. Bana da oluyor. Fark ettiğimde ağzıma vuruyorum ve kendimi durduruyorum.” gibi bir yorum yaptı. Bunu niye anlatıyorum ben? Güzel bir mesel oldu di mi? (Gülüşmeler)


5.Katılımcı: Facebook'tan post yapmışlar.


Celal Mordeniz: Postun da öncesi vardı…


T.G.: Arkadaş grupları şey yaptı dediğiniz, burada tanıştı dediniz…


S.İ.Y.: Adıyamanlısınız. Beş kardeşsiniz…(Kahkahalar)


Celal Mordeniz: Hah, etkilenme endişesi üzerine konuşuyorduk. Bunun insanı nasıl ahmaklaştırabileceğini… Bakın burada da tiyatro camiasının korkunç bir aptallığı ile karşı karşıyayız şu anda. Tiyatro Medresesi bu aptallığı açığa çıkarıyor bence. Yani profesyonelinden amatörüne. Yani burası, dünyada eşi benzeri olmayan bir yer, “Eh işte… Şurayı da şöyle mi yapsaydınız.” diye sözümona ukalalık yapıyor birçoğu. 


G.A.: Yok artık.


Celal Mordeniz: Çoğunun tavrı bu. Ben kendim tek başıma yapmadım ki hiçbir şeyi. Kimse tek başına bir şey yapamaz. Ama enteresan bir şekilde kimse duymak istemiyor, farkında olmak istemiyor. Biliyor ama bilmezlikten geliyor. Fark etmişsinizdir belki siz de.


G.A.: Belki de çok olayların dışında kaldığım için hiç farketmedim.


 ”Ahmet”: Ben ilk döndüğümde kime bahsetsem laf yapıyordu ya.


Celal Mordeniz: Bu işte çok ilginç sevgili arkadaşlar. Şu an anlatıyorum ama yıllardır bu konuya girmemiştim. Umursamamaya çalışıyorum ama bir yandan da umurumda tabii ki. konu etkilenme korkusunun, kıskançlığın nelere yol açacağından gelmişti, Kıskanılan kişide pek bir şeye yol açmaz. Yani duruyor burası görenler için. Ama bazıları kendilerini aptallaştırıyorlar bu yüzden. Olan bir şeyi görmüyorsan kendini körleştiriyorsun demektir. Fazla dolandırarak bağladım bir yere ama neyse anlatasım varmış bu hikâyeyi bir şekilde. İlk kez hatırladım uzun süredir.

01:04:25


-----------------------------------------------


A.T.: Ufak bir itirafta bulunacağım hocam.


Celal Mordeniz: Buyur.


A.T.: Bir kere gıcık oldum size hocam. Bir kere gıcık oldum.


“Ahmet”: Aaa. Şu an bittin yani.


A.T.: O da ilk tanışmamızdaydı. Şey demiştiniz.


Celal Mordeniz: Ne?


A.T.: Buradan herkes bambaşka insanlar olarak çıkacak. (Kahkahalar)


A.T.: Çok büyük konuşuyorsunuz diye düşünmüştüm. Halimi görüyorsunuz. (Kahkahalar)

“Ahmet”: Yüzsüz ya böyle bir şey olamaz.


A.T.: Halimi görüyorsunuz. (Kahkahalar)


Celal Mordeniz: Evet yine de büyük konuşmamak lazım bence de. Sadece yazıp koymalıyım bir kenara kamp bitince bakarsınız demeliyim belki. Evet. Küçük bir mola mı versek tekrar buluşmak üzere?


“Ahmet”: Bence hocam devam edelim.


G.A.: Bence de edelim ya konuşmayanlar…


Celal Mordeniz: Konuşmayanlar var tabii ki, bence tekrar dönebilirsiniz.


T.Ç.: Ben devam edebilirim isterseniz.


Celal Mordeniz: Tabii, lütfen.


-.: Ben hemen tuvalete gitsem.


Celal Mordeniz: Olur, neden olmasın. O zaman kısa hızlı bir ihtiyaç molası verelim, olur mu, çok hızlı.


- Tamam.

Celal Mordeniz: Şunu pausea alabilir misin?


-------------------------- MOLA -------------------------------


T.G.: İlk geldiğimiz gün beklentilerimizi açıklarken ben de Oğuz Atay'ın Coşkun karakterini örnek vererek oyunculuğa bakışımı katmanlandırmak ve biraz daha böyle oyunculuk konusunda biraz daha enstrüman kazanmak istiyorum demiştim. Öncelikle bu dramaturji konuşmalarımızda falan beklentim fazlası ile karşılandı. Gerçekten hani atölyede en sevdiğim anlardı o metin tartışmaları.

Celal Mordeniz: Biraz acele ettim koşturdum biliyor musunuz?


G.A.: Gerçekten mi?


Celal Mordeniz: Vallahi. (“Ahmet”e) Fark ettin değil mi? Çok erken girdim dramaturji konuşmaya diye. Yani normal akışından farklı oldu her şey.


T.G.: Hocam konu açıldı sanki öyle girdik. Hatta bir yerde kendinizi frenlediniz. Neyse bunu yarın konuşuruz dediniz.


Celal Mordeniz: Başladıktan sonra durdurmak çok mümkün olmuyor ama erken mi başladım, çok mu uzatıyorum hissi oluştu bende.


“Ahmet”: Halbuki çok da iyi oldu. Ama anladım ne dediğinizi.


Celal Mordeniz: Genelde biraz pratik uygulama gösteririm ondan sonra konuşurum sahne çalışması üzerinden. Hiç uygulama göstermeden konuşmak biraz erken geldi. Dinlemeyi etkiledi diye düşündüm galiba. Neyse bir dahaki sefere diyelim.


T.Ç.: Bir de şey zaten, pandemiden dolayı evlere tıkılmışken bu tür konuları konuşup tartışmayı çok özlemiştim ve o yüzden çok iyi geldi. Hatta tiratlara geçince bile bugün de konuşsak ne güzel olur dedim kendi kendime. Küçük bir itiraf olsun bu da. Çok mutlu etti beni. Çünkü söyledim mi bilmiyorum, Nesin Köyü’ne felsefe yaz okuluna gidecektim, orası iptal olunca buraya başvurdum.


Celal Mordeniz: Öyle mi?


G.A.: İkinci tercihi.


T.Ç.: Ya ilk sese başvurmuştum. Hani bir tane oradan, bir tane buradan giderim diye düşünmüştüm. Orası iptal olunca dedim ki Medrese’ye ikinci bir şeye gideyim, sonra ileri oyunculuğu gördüm. Biraz öyle oldu. Bir an felsefe kampı da aradan çıkmış gibi oldu diye düşündüm. Çünkü bence çok doluydu yani, içinde sosyal bilimler vardı, doğa bilimleri vardı, felsefe vardı… Her şey vardı yani, çok hoşuma gitti.


Celal Mordeniz: Fizyoloji vardı fizyonomi ile ilgili sıkı tespitler vardı.


T.Ç.: Evet heyecan üzerine bir bilim.


Celal Mordeniz: Daha yayınlanmamış bir makale.


T.Ç.: O şöyle bir etki yarattı bende. Oyunculuğa çok sığ baktığımı fark ettim. Yine G.'nin deyişiyle bir aydınlanma oldu. Ve “oyunculuk zor bir şeymiş” dedim. Ama bunu kötü bir anlamda düşünmedim, buradan bir şey çıkmayacak gibi hisetmedim. Zaten ben mühendislik okuyorum oradan devam edeyim diye düşünmedim. Aksine dedim ki burada bir okyanus varmış, daha hiç görmediğim keşfetmediğim bir sürü yer var. Onun için de bir coşku ve öğrenme sevgisi çıktı ortaya. Yani şimdiden böyle eve gidince okuyacağım şeyleri düşünüyorum. O konuda çok mutlu oldum.


Celal Mordeniz: Çok güzel.


T.Ç.: Ve tekrar bir sevgi oldu. Zaten sevdiğimi söylemiştim ama daha da coşku oluştu bende. Programın bir bütün olduğunu kabul etmekle birlikte biraz da hani pratik kısımlarını konuşmak gerekirse, tirat çalışmalarında -burada kelimeleri çok dikkatli seçmek gerekiyor- başlarda biraz başarısız olduğumu hissettim. Çünkü sonuç odaklı düşünüyordum. Çalışıyorum, gösteriyorum, tökezliyorum, bir şey çıkmıyor falan filan. Bir iki gün modum gerçekten düştü, çünkü olmuyor olmuyor, içten sesler geliyor: millet ikinci tirada geçti diye. İster istemez geliyor, rekabet ortamı yok desek de. Sonra çok güzel bir şey oldu, sanki o başarısızlığımla barıştım. Ve dedim ki tamam olabilir, çıkmamış olabilir, belli başlı sebepleri vardır. Ama sen buradan temelini almaya çalış, metne nasıl yaklaşacağına bak, o karaktere nasıl yaklaşacağını bak. Bunları al çünkü senin tiyatroyla ilişkin üç gün sonra atölye bitecek diye kapanmayacak. Sonra gideceksin belki yine kendin çalışacaksın, belki Hamlet'i gidince kendim çalışacağım ve belki çıkacak artık.


Celal Mordeniz: Çok güzel.


T.Ç.: Onunla barışmam gerçekten bir aydınlanma oldu, çünkü dedim ki şu an…


Celal Mordeniz: Aydınlanan aydınlanana.


T.Ç.: Evet bunu düşünüp küsmem sadece şu anı kaybetmeme neden olacak ve bu an değerli dedim. Ve sonra, o gün bir hikâye yazıp sahnelememizi söylediniz. Ona heyecanlandım onu kendime bir misyon belirledim…


Celal Mordeniz: Evet o çalışmada bayağı parladın.


G.A.: O bayağı iyiydi.


T.Ç.: Dedim ki tamam hani tirat olmamış olabilir. Hikâyeye yoğunlaşayım belki oradan bir şey çıkacak. Ve tekrar başa dönersek dramaturjiden aldığım şeylerle bir yıl önce yaşadığım bir olaya bambaşka bir açıdan bakarak önce kendimle yüzleşmem, sonra onu bir kurgu haline getirip de önünüze sermem ve bu konuda çok iyi hissetmem müthiş bir şeydi, harikaydı. 


Öteki konu da şarkı. Şarkı çok daha iyi bir deneyimdi. Ben şarkı söylemeyi hep çok isteyen ama benim sesim kötü, söyleyemem diyen bir insandım. Hatta böyle hap bilgiler olur ya Facebook'ta gezerken gördüğümüz, işte bir tane bilgi çıkıyor, insanların aslında yüzde yetmiş beşinin sesi güzeldir, ama kendine güvenmedikleri için kötü olduklarını düşünürler gibi.


Celal Mordeniz: Bana da marangozluk aletleri satmaya çalışıyorlar sürekli. Düşünce mi okuyor bu Facebook arkadaş? Yani çok ilginç gerçekten.


T.Ç.: Algoritmalar korkunç ya.


“Ahmet”: Whatsapp'tan biriyle konuşmuşsanız oradan olabilir.


G.A.: Dinliyorlar …


Celal Mordeniz: Neyse pardon.


T.Ç.: Neyse işte öyle bir insandım. Hatta ilk işte ses tekniklerine baş vurdum dedim ya orada da şarkı söyleme olacağı belli, o bile bir cesaretti benim için. Gideceğim, orada eğitim alacağım. Burada da ilk geldiğimde şarkı söyleyeceğimizi söylediğinizde bir korktum tabii. Çünkü bırakın böyle insanların önünde söylemeyi, kendim yapmaya bile cesaret edemiyorum. Hatta bu da küçük bir itiraf olsun, şarkılarımı gittim dağdan biraz inip ağaçların arasında çalıştım.


G.A.: Yaa…


T.Ç.: Çalışamıyordum yani, burada çalışamıyordum. Hani o duyulma olayı beni bitiriyordu ve rahat olacağımı hissettiğim için oralara gittim. Ve sonra gelip burada söyledim. Mutlu olmamın nedeni iyi söylediğimi düşündüğümden değil. Söylemiş olmam. Yani bu çok değerli bir şey.

Medrese’ye gelirsek cidden çok iyi insanlar tanıdım yani, bundan da çok mutluyum. Umarım dediğiniz gibi devamlı bir ilişki olur. Geçen bunu da düşündüm: acaba devamlı bir arkadaşlığımız olur mu diye. Tabii göreceğiz. Ama iyi insanlar tanıdım.


Celal Mordeniz: (“Ahmet”e) Hâlâ görüşüyorlar değil mi? F.'nin ekibi.


“Ahmet”: Hocam hangi F.?


Celal Mordeniz: Antep’li F. var ya.


“Ahmet”: Hocam tanımam. İlk ileri oyunculuk atölyesinden F. Öyle demiştiniz.


Celal Mordeniz: Öyle miymiş?


“Ahmet”: N.’ler, onlar, V.’lar.


Celal Mordeniz: N. de mi aynı gruptaydı?


“Ahmet”: Ben o fotoğrafta görmüştüm.


Celal Mordeniz: Okey pardon.


T.Ç.: Ha. Son olarak Medrese için de oyuncu olmasam bile, bir sanat sever, bir tiyatro sever olarak, böyle bir ortam için burada emeği geçen herkese teşekkür ederim. İlk atölye deneyimimdi ve çok sevdim burayı.


B.D.: Ben konuşayım.


Celal Mordeniz: Lütfen.


B.D.: Ben kuruluşunuzdan beri takip ediyorum. Çünkü çok fazla arkadaşım buraya geldi. Ve sizin söylediklerinizin aksine ben hep çok güzel şeyler duydum. Ya benim arkadaşlarım bayılıyorlar buraya.


Celal Mordeniz: Biraz yanlış anlaşılmış olabilirim, herkes hasetle yaklaşıyor diye bir anlam çıkmasın lütfen. O kadar da kötü durumda değiliz.


B.D.: Ben bir paylaşım yaptığımda, “Canım Medrese’m” yazan arkadaşlarım var bayağı. Hatta geçen ziyarete bile geldiler, yollarını uzattılar. Fakat benim bir fırsatım olmamıştı gelmek için. Ve buraya da planlayarak gelmedim ben. Tamamen başka bir arkadaşımın iptal olunca onun yerine başvurdum. Kırgın ve yorgun geldim. Geldiğimde de belirtmiştim bunu. Ve aydınlanmaya geldiğimi de söylemiştim. Gerçekten tek beklentim de böyle bir şeydi. Ne ultra bir eğitimdi ne başka bir şey. Hiçbir şeyi merak etmiyordum.


Celal Mordeniz: Peki aydınlanmayı nereden çıkardın?.. Acaba arkadaşlarından böyle bir şey duymuş olabilir misin?


B.D.: Hayır hiç alakası yok.


Celal Mordeniz: Şaşırdım çünkü bunu ilk deyince sen. Nihan’ı bilir misin? Daha önce ilk geldiğinde Nihan öyle demişti, aydınlanacağım ben diye geldi. Şu anda aydınlandım, derdi. Çok hoş bir insandı.


B.D.: Bu arada Nihan’ı tanıyorum ben.


Celal Mordeniz: Nihan'ı mı tanıyorsun?


B.D.: Fakat burayla ilgili onunla hiç konuşmadık.


Celal Mordeniz: Hiç konuşmadınız?


B.D.: Sadece onu ne götüreyim diye aradım. Ondan sonra gerçekten şöyle söyleyebilirim deneyim olarak... İlk başlarda direniş gösterdiğimi düşünüyorum birçok şeye karşı. Bir  yandan haz alıyordum yeniden öğrenci olmaktan, bir disipline girmekten, vücut terbiyesine girmekten. Bir yandan da çok yorgun hissediyordum, reddediyordum. Konuştuğumuz şeyler bazen aşırı hoşuma gidiyordu, bazen aşırı sorgulamama neden oluyordu. Ama sonra bunların üzerine düşündükçe kendimde gördüğüm değişiklikleri düşündükçe, farkındalığımın farkına vardım. Bu o kadar büyük bir lüks ki, bir şeylerin farkında olabilmek. Sonra bizim için bedenimizi sunduğumuz ve fikirlerimizi sunduğumuz için eleştirilmek de kolay bir şey değil. Bu kibirle ilgili konuşmalarımızı da çok sevdim. Bundan arınabilmek çok önemli. Çünkü ister istemez giriyorsun o egosantrik durumlara. Şu an İstanbul'dan gelirken şuramda bir kamburla gelmişim ve onu çıkartıp dimdik gidiyormuş gibi hissediyorum. İnsan olarak da oyuncu olarak da farklı bir boyuta getirdiğiniz için öncelikle çok teşekkür ediyorum. Keyifli sohbetleriniz için de.


Celal Mordeniz: Ben teşekkür ederim.


B.D.: Arkadaşlarıma ayrıca teşekkür ediyorum. Bence tesadüf değil bizim bir arada olmamız. Her yaştan, her yerden ve gerçekten birbirinden farklı insanlar bir araya geldik ve bu kadar kısa sürede bu kadar yakın olabilmemiz, birbirimize karşı bu kadar rahat olabilmemiz, her şeyi konuşabilmemiz inanılmaz. Yani şöyle söyleyeyim, çok sosyal bir insan olmama rağmen bu kadar açık kutu değilimdir. Ve kimsenin de o kadar açık kutu olduğunu sanmıyorum. Biz çok güzel şeyler paylaştık. Ve birbirimizi de çok güzel motive ettik, çok güzel yardımcı olduk. Yani ben mükemmel hissediyorum. Bir daha da geleceğim, bence bir kere daha burada buluşmamız lazım.


Celal Mordeniz: O biraz zor oluyor, hep öyle niyetleniliyor ama…


G.A.: Belki de olmaması gerekiyordur.


G.A.: Evet ya yeni insanlar yeni bir şeyler belki de…  Belki de ona ihtiyacımız var.


Celal Mordeniz: Yeni maceralar.


B.D.: Bir de bence, şurayı şöyle yapın falan diyenler kıskanıyor olabilirler. Çünkü mekân inanılmaz iyi. Gerçekten trafik yok, gürültü yok, doğa ile iç içesin taştan evler ya, nerede bulursun yani böyle bir yeri.


Celal Mordeniz: Kemerlerin maliyetiyle bir tane basit tiyatro köyü inşa ederdik sanırım. Büyük masraftı orası. Bu revakları yapma konusunda neden ısrar ettiğimi daha sonra fark ettim. Bir gün, uzun revakta yürürken bu mimarinin orta çağda manastırlardaki papazlara ya da soylulara bahşedilmiş bir lüks olduğunu düşündüm. Şimdi burada sen yaşıyorsun bunu. Odana oradan gidiyorsun, yemeğini onun altında yiyorsun. Bu bence insanı yükseltiyor. Değerinin arttığını hissediyorsun.  Kendini soylu hissediyorsun biraz.


B.D.: Kesinlikle öyle.


G.A.: İyi hissediyorsun.


B.D.: Bu arada yemekler de şahane.


T.G.: Bence de yemekler çok güzel.


B.D.: Beraber yemek yemek şahane, yemekler şahane. Yani ben gerçekten hayatımın en güzel yazlarından birini geçirdiğimi söyleyebilirim.


T.G.: Mutfağa bir alkış.


G.A.: Gerçekten dışarıya çıkıldığı zaman, benim annemin eli lezzetlidir ayıptır söylemesi, bekleriz bu arada. Yani annemin yemeklerini yiyince bir de ben genelde yemek seçen bir insanım hep dışarıya çıktığımda nereye gidersem gideyim aç kalıyorum. O yüzden buraya geldim ve evden daha çok yedim gerçekten, o yüzden bayağı bayağı iyiydi.


Celal Mordeniz: Çok güzel, çok mersi.


A.T.: Hocam ben geçen Sait Abi’ydi galiba. Onunla konuşmuştum kemerler hakkında, şey demişti “Celal Hoca çok… Celal Bey” dedi.


Celal Mordeniz: Celal Hoca der hep.


A.T.: Bana bey dedi.


Celal Mordeniz: Öyle mi dedi? “Öğrencimsin” ya o yüzden şey yapmış.


A.T.: Çok inat etmişti dedi bunlar için.


Celal Mordeniz: Öyle mi?


A.T.: Ne gerek var bu kadar masrafa diyordum dedi.


Celal Mordeniz: Tesadüfe bak.


A.T.: Ama şu an ben de çok memnunum demişti, onun altında sigara içmiştik. (Kahkahalar)


01:22:31


Y.Ç.: Çok fazla şey vardı, böyle her şeyi şu an tam ifade edebilecek miyim emin değilim ama şu noktadan başlayabilirim sanırım: T.G.nın dediği gibi bir workshopa gelmek, bir şeyleri denemek, yanılmak ve öğrenme, keşfetme isteği bende de vardı. Ben de öyle düşünürüm. Bu tür fırsatları değerlendirmeyi severim. Burada şöyle bir olay oldu: sanırım hem Medrese'nin yapısı gereği hem işte bizim bu kadar açık olmamız, bu kadar öğrenmeye aç, paylaşmaya da aç bir şekilde bir araya gelmiş olmamız, pandemi süreci vesaire … Bütün bunlar bir araya gelerek benim için şimdi derse gidiyorum şimdi şunu yapıyoruz, şimdi işte “akşam oturuyoruz” gibi olmadı. Daha ziyade, beraber bir hikâye yazdık ve paylaştık gibi bir durum oldu.  Birçoğumuzun da hissettiği ve söylediği şekilde bu sürecin sonrasında bu şekilde buraya gelip tekrar geri dönmemiz, sevdiğimiz ve zevk aldığımız şeyleri yapmamız… Zevk almak olayı mesela çok değerliydi benim için burada çünkü…


Celal Mordeniz: Ana noktalardan biri bence bu: yaptığımız işten zevk almak.


Y.Ç.: Evet.


Celal Mordeniz: Zevk almak enteresan bir şekilde ayıp bir şeymiş gibi düşünülür. Neden? Zevk için kırıp dökmeyi kastetmiyoruz elbette. Birlikte bir zevki paylaşmaktan daha güzel ne olabilir? Tiyatroyu da bu yüzden yapıyoruz diyoruz ya, izliyoruz ve zevk alıyoruz.


Y.Ç.: Evet o zevk alma olayı mesela bir şeyleri öğrenirken acı çekmek gerektiği kanısı var. Öyle olunca da zaten gelecekte o sürecin sende kalmadığını fark ediyorsun. Yani onda acı çekerek bir şeyleri yapmaya zorladıysan kendini o süreç ileride sende kalmıyor. Mesela bu tecrübenin benim için hem insan olarak hem bir oyuncu olarak bende kalacağına inanıyorum, pozitif tecrübeden dolayı. Ve şey de çok ilginçti mesela, çok kişisel anlar da yaşamışımdır eminim: şarkı söylemek. Şarkı söyleme kabusunun özellikle kendi aramızda dönüşmüş olması...


Celal Mordeniz: Eriyip gitti umarım.


Y.Ç.: Yani gitme aşamasında diyelim. Ama kesinlikle çok ilerledim.


A.T.: Benim bayağı gitti.


Celal Mordeniz: T.G.’da gitmeyebilirdi (Kahkahalar) ama o bile diyor gitti diye…


Y.Ç.: O tür kişisel anlar ve ondan sonra o anların bir araya gelip böyle birbirimizle, birbirimize yardım ettiğimiz anlar çok güzel ve kıymetli bir anı oldu benim için. Arkadaşlıklar konusu zaten hepimiz söyledik, tekrar etmeye gerek yok.


Celal Mordeniz: Evet.


Y.Ç.: O açıdan güzeldi, teşekkür ederiz.


G.A.: Bence çok değerli ve burayı güzel kılan şeylerden bir tanesi. Şimdi hep beraber, birlikte bir şey yapıyor olmak. Aslında çok zor bir şey. Çünkü şu an hadi hep birlikte bir yere gidelim desek, birisi başka bir şey yapmak isteyecek, birisi başka bir yere gitmek isteyecek, birisi ben yorgunum diyecek, hani birisi oraya gidince başka bir şey içmek isteyecek, birisi başka bir şey yemek isteyecek ama bütüne uyum sağlamak zorunda hissedecek belki kendini. Burada aslında hep beraber işte o zevk alarak, işkence etmeden kendimize bir şekilde tutunduk.  Ama isteyen de tabii ki kurallar çerçevesinde kendi kişisel alanını oluşturabiliyor ve kimse onu bunun için yargılamıyor. Bu çok güzel bir şey. Hem grubun içinde hem de grubun içinde bir benlik olduğunu hissettiriyor bence ve bu çok değerli. Çünkü grup bir yerde benliğini kaybetme riski açısından çok tehlikeli.  Sürü psikolojisi, herkes onu yapıyor ben de onu yapmalıyım, şöyle yapmalıyım, böyle yapmalıyım gibi… ama bu grubun içinde değerli hissediyor insan kendini. 


Celal Mordeniz: Grup fetişizmi kötü bir şeydir. Benim de çok uzun yıllardır üzerine düşündüğüm bir konudur. Bu sebeple kendi grubumuzu dağıttım. 2008’di sanırım. “Dağılalım”a vardık tartışmalar sonunda. Çünkü gerçekten bu dengeyi korumamız gerekiyordu. Sonra tekrar bir araya gelip tek tek ilişkilenebildik bazılarımız.  Bazı ikili sahnede diğerinin enerjisini alan oyuncu gibi, grupta da öyle bir durum olmaya başlıyor. Birileri başkalarının sırtına binmeye başlıyor. Birileri içinse grup bir tür hapishaneye dönüşmeye başlıyor. Free will (özgür irade) kalmıyor, common will (ortak irade) mi denir ya da o ortak idealin hürmetine, grubun âli çıkarları vesaire adına, kendini imha etmeye başlıyorsun.


- Fedakârlık adı altında.


Celal Mordeniz: Senin için önemli şeyler grup adına önemsizleşmeye ya da önemsiz şeyler önemli olmaya başlıyor. Bu garip bir korkudan kaynaklanıyor. Sanki böyle tek tek olunursa dağılır, ayrıca niye bir arada duralım? Zorunda mıyız? İstersek dururuz istemezsek durmayız.

Grubun dağılmaması ilkel toplumda diğer topluluk bizi kıstıracak öldürecek, esir alacak diye önemlidir. Bu, ilkel ve tehlikeli bir dürtü. Bunu yenmek kolay olmadı benim için. Yıllarımı aldı. Burada da size hissettirebildiysem ne âlâ. Bunun önemini fark ettirmeye dikkat ediyorum. Araç amaca dönüşmeye başlıyor. 


Tekniğin amaca dönüşmeye başlaması gibi. Tekniğim var. Ne yapayım tekniğini? Bana ne varsa? vardır bazı grupların tekniği. “Bu teknik nedir?” diyorum, bana oyunculuk anlatılıyor. Yani hep o yüzden söylüyorum, bir tekniğim var diyenden kaçın. Ya da ne anlatıyor bu amca, teyze ya da abi, abla ya da kardeş neyse… Bir bakın, ilginç bir şeyler bulabilirsiniz gerçekten. Hiç gocunmayın onu almakta ya da öğrenmekte ama sakın tekniğe kaptırmayın -ben söylesem de- diyorum ya zaten.


T.G.: Hocam, ben bir de şeyi vurgulamak istiyorum çünkü o bende çok yer etti. Bir yerde değersiz hissediyorsanız o ilişkide bir yanlış vardır dediğiniz. Yönetmen-eğitmen ya da yönetmen-öğrenci ilişkisinde.


Celal Mordeniz: Çok değerlisiniz unutmayın.


T.G.: Çok net yani.


Celal Mordeniz: Var mı tersini hisseden? Değersiz hisseden?


“Ayşe”: Değersiz hissetmek arzusu falan mı?


Celal Mordeniz: Hayır hayır. Neyse lafın gelişi söyledim.


T.G.: Burada oturuyoruz, siz anlatıyorsunuz, tartışıyoruz ama bazen kendimi, sizin söylediklerinize “Bir dakika ya?” diye sorgular konumda buldum.


S.İ.Y.: İyi yaptın.


Dışarıdan gelen biri: Fotoğraf çekecektik. Çalışma başlayacak burada.


G.A.: Ne zaman başlayacak?


Dışarıdan gelen biri: On dakikaya falan başlar.


Celal Mordeniz: Yedide yedide… Pardon, evet.


T.G.: Şeyi kaybettim… Ha, bazen sizin söylediklerinizi sorgularken de buldum kendimi ama bunu da zaten…


Celal Mordeniz: Bundan daha doğal ve güzel ne olabilir?


T.G.: Kesinlikle zaten ona da katılıyorum ama o yani eğitmen yönetmen tanımı, değersiz hissettirmeme çabası oyunculuğumda da demeyeyim, hayatımda bulunduracağım bir şey kesinlikle.


--------------------------------------------------


Celal Mordeniz: ... Evet. Başka? 


“Ahmet”: Yani, ben…


Celal Mordeniz: Hah. Sen konuşmadın vallahi unutuluyor. Sen sonradan başladın, piyangodan çıktın ya, o yüzden oluyor böyle. Misafir mi, katılımcı mı anlamadım.


“Ahmet”: Ben de anlamadım hocam.


“Ahmet”: Biraz şeyden bahsedebilirim… Aslında ne etkili oldu, neyi fark etmeme sebep oldu üzerinden gidebilirim. İki yıldır mütemadiyen çalışıyoruz. İki yaz, bir kış olarak. Bu kış özelinde ve geçen yaz özelinde biz daha çok imge üzerine çalışıyorduk. beden ve onun üzerinden bir hareket çalışması yapmıştık. Çok fazla beraber çalışmamıştık son zamanlarda. Ve ben onu unuttuğumu fark ettim. İlk atölyeden sonra bir daha hiç öyle bir çalışma yapmadığım için daha doğrusu. Bendeki bu fazla bilme hali benim sorunum zaten uzun süredir. Ve o çalışma bana iyi geliyordu. Yani oyunun bütün dünyasını hareketle çalışma.  Son çalıştığımız Yusuf Atılgan metninde yaptığımız gibi oyunun dünyasını detaylı bir şekilde hayal ederek oynama tekniğinin bana iyi geldiğini hissediyordum. Çok iyi gidiyordu hatta, keşke pandemi patlamayaydı da o çalışmaya devam edebileydim. Ama burada imgenin bedenle olan ilişkisini unuttuğumu fark ettim. Yani ta iki sene önce yaptığımız ya da şimdi de yaptığımız o egzersizleri ve onların etkisini de unuttuğumu fark ettim.  İmge-beden ilişkisine odaklanmam gerekiyor sanırım diye düşünüyorum artık. Sanırım o çok bilme halimi öyle aşacağım gibi. Onun dışında çok teşekkür ediyorum.


Celal Mordeniz: Rica ederim. Başka? Birkaç dakikamız daha var.


G.A.: Siz bizimle ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz hocam? Bizim grubumuzun ne kadar şahane olduğunu. (Gülüşmeler)


“Ahmet”: Grupla ilgili şunu söylemek isterim. Çok atölye kadrosuyla tanıştım bu süreçte, tiyatro özelinde. Mesela benim ilk ileri oyunculuk grubum otuz beş yaşında birtakım haşerelerdi. Ya haşarı çocuk grubuydu. Çok kibirli gibi söyledim ama. Biraz öyleydiler yani.


Celal Mordeniz: Kibrin konuştu evet.


“Ahmet”: Ama öyleydi yani çalışmamızın boşa gitmesi vs.


Celal Mordeniz: Sınıfın çalışkan, gıcık öğrencisiydin sen de. Bana sorsan ben de böyle derdim.


“Ahmet”: Bir şey soracağım, siz de sinirlenmiştiniz hocam.


Celal Mordeniz: Ne?


“Ahmet”: Bir çalışma boşa gitti.


Celal Mordeniz: Ben sinirlenirim de sen niye sinirleniyorsun? Sana ne oluyor? (Kahkahalar)


A.T.: (Gülerek) Herkes yerini bilecek.


Celal Mordeniz: Evet.


“Ahmet”: Benim çalışmam gidiyor ya.


Celal Mordeniz: Sen bir şey öğreniyorsun orada, başka bir şey daha öğreniyorsun.


“Ahmet”: Yani evet ama…


Celal Mordeniz: Bak işte, tam da bunu anlatmaya çalıştım demin. Anlıyorsunuz değil mi ne demek istediğimi? Kesinlikle ben sinirlenirim, ben kızarım oradan sen ders çıkar. Sana ne oluyor?


“Ahmet”: Hayır hocam. Şimdi…


Celal Mordeniz: Sana ne oluyor? Ben sana o çalışmayı yapacağım diye söz vermedim ki, yapacaktım, kendim yapamadım diye sinirlendim. Yapmayabilirdim de. Bunu düşün, gerçekten düşün.


“Ahmet”: Anladım dediğinizi ama…


Celal Mordeniz: Anlandın mı acaba?


“Ahmet”: Hayır çalışmanın boşa gitmesi beni hiçbir zaman mutlu etmez.


Celal Mordeniz: Ne demek boşa gitmesi? Orada bir konuşma yaptık sen ıskalamışsın işte bu yüzden. Çok ilginç bir konu açıldı orada, bir şeyler döküldü… İnsanlar dönüştü, değişti, bir şeyler oldu ve onu görmedin tabii ki sen. Sadece şeyi hatırlıyorsun “Çalışmam boşa gitti”.  Halbuki o çalışma da kıytırık bir çalışmaydı, çok affedersin. Burada da yapayım mı diye düşündüm, yapmadım. Birtakım teknik, sihirbazlık gösterisi gibi bir şeydi. Yani yapsam ne olur yapmasam ne olur. Yani kendi tezimin, makam çalışmamın ne kadar şahane olduğunu ispatlayan bir çalışmaydı. (Kahkahalar) Hani oyuncuya çok büyük bir şey katacak değil. Sadece, “Ne kadar güzel ne kadar imkanlı.” dedirtecek. Dedirtmese ne olur?


“Ahmet”: (Uzun Es) Tamam ben hatalıyım. (Kahkahalar)


Celal Mordeniz: Ha şöyle. Ama bak bütün o grubu ona döndürmüşsün tabii ki o hatayla. Yani bir takım otuz beş yaşında haşarılar falan. Yani hata yaptılar, evet… Sabaha kadar içmişler, bir şeyler falan… Ne olacak ki?


T.Ç.: Hocam, o tezinize internetten ulaşabilir miyim?


“Ahmet”: (Gülerek) Sen daha tez soruyorsun ben burada tokatlanıyorum. 


Celal Mordeniz: Çok mu şey konuştum? Sert? 


G.A.: Hocam en son siz bizi övecektiniz…


“Ahmet”: Ben ekibi övecektim övemedim ya.


G.A.: Sen öv, sonra Celal Hoca övsün.


Celal Mordeniz: Niye diğer grubu döverek övüyorsun?


“Ahmet”: Tamam ne yapayım ya.


Celal Mordeniz: Onu yapıyorsun şu anda. Onlarca yıl belki yüze yakın grupla çalıştım, hiçbirini birbiriyle karşılaştırmadım.


“Ahmet”: Ben daha kibirliyim sizden.


Celal Mordeniz: Estağfurullah, ben senden daha kibirliyim. Söyle.


“Ahmet”: (Gülerek) Yok ya şey diyecektim, öldüm ya. (Kahkahalar)


Celal Mordeniz: Ama etmeyecektin benim öğrencilerime laf. Çok ağır laf ettin. Neyse. 


01:39:00 


-------------------------------------------------


Ben son sözlerimi söyleyeyim. Genel olarak konuşursam benim için oyunculuk çalışması çok özeldir. Çalışma anını çok yoğun bir şekilde yaşayabiliyorsam bende birtakım şeyler değişir çalıştığım insanla birlikte. Oyuncu bir şeyler yapıyor, tıkandığı yerler, vücudunda kasılmalar, rahatlıklar var, bir sürü şey geliyor algılarıma. Birlikte dans etmek gibidir diyebilirim benim için oyunculuk çalışması. Bu his karşılıklı yakalandığında uçuyormuş gibi hissederim. Ya da tiradı kendim icra ediyormuş gibi hissederim bazen. Asla şöyle yap, böyle oyna demem. Bazen rastgele bir şey söylerim ya da yaparım. Karşıdan cevap gelir, sonra ben de onu cevaplarım. Sürekli, diyalog diyorum ya işte onu tarif etmeye çalışıyorum. Teke tek de çalıştım çoğunuzla, eskiden de hep tirat çalışması yaptırırdım ama sanki diğerlerinin de görmesi gerekiyor gibi bir zorunluluk hissederek herkesin önünde çalışırdım. Sonra şunu hissetmeye başladım: seyirci ilk çalışma anını bazen bozar. O kadar hassas bir dans ya da çalışmadır ki hiçbir izleyiciye gerek yoktur o sırada. Bazen de evet, izleyicinin şahitliğine ihtiyaç vardır, onunla yükseliriz. Bunları çok yoğun bir şekilde deneyimledim sizle, hepinizle. Benim için çok dönüştürücüydü kamp. İnanmıyorsunuz belki ama sanki ilk kez bir atölye yapıyormuşum gibi hissediyorum. Sizden önce giden grubu tarih öncesi olarak hatırlıyorum. Yıllar önce birileri gelmişti sanki.


Dışarıdan gelen biri: Hocam bölüyorum ama bekliyorlar.


Celal Mordeniz: Geliyorum. Çağırıyorlar. Ah zaman yok yoksa çok güzel şeyler söyleyecektim sizin için. (Gülüşmeler)


-Hocam ya.


Celal Mordeniz: Çok zevkliydi benim için, umarım sizin için de öyle olmuştur.


-Kesinlikle.


-Teşekkür ederiz.


-Hocam, gitmeden fotoğraf çekilelim.


Celal Mordeniz: Hah, evet, grup fotoğrafı. Şurada…


-Aşağıda mı çekilsek?


Celal Mordeniz: Şurada çekilelim bence.


-Alalım mı hocam onları?


Celal Mordeniz: Buraya oturalım.


01:41:00


İçindekiler: 

Kapak
1. Giriş
2. "Sahne Sanatlarında Cinsel Taciz” - Röportaj (2. Bölüm)
3. "İfşa"cı Mine Nur Şen ("Ayşe")
4. "İfşa" Kampanyası Sırasında Yapılan Görüşme
5 . Bülent Gültekin ("Ahmet")
6.  “İfşa” Kampanyasına #metoo Diyerek Katılanlar
7.  "İfşa"nın Organizatörleri: Güray Dinçol, Firuze Engin ve Diğerleri
8. “İfşa” Ekibiyle Medrese Arasındaki Yazışmalar Üzerine
9. Erdem Şenocak'ın Rolü
10. Sonsöz
EKLER
Mimesis Dergi’ye Cevap
"Ahmet" Takma Adlı "İfşa"cı Bülent Gültekin Hakkında -2
"Tiyatro Medresesi" İsmine Veda
Bir Takım Olaylar ve Mesajlar
Ana Sayfa'ya Dön      Kapak Bölümüne Git
"Ayşe" ve "Ahmet"in Kamp Sonrası Yaptıkları Yorumlar
Tandem Europe
“Basın” Hakkında
Arasöz
SusmaBitsin Platformu' ve 'Feminist Avukatlar'
"Grotowski Workcenter" ve Mario Biagini

Yorumlar