10. Sonsöz



Bu linç boyunca kendimi Ecinniler romanının içinde gibi hissettim. Hem yıllardır yakından tanıdıklarım hem de hiç tanımadığım bazı insanlar cinlenmiş gibi davrandılar. Önce beni Stavrogin yerine koyup onun sonunu yaşamamı beklediler; sonra da tüm problemlerinin sebebi ilan edip üstüne çullandıkları Şatov’a yaptıklarını yapmaya çalıştılar. 

Lince katılan tanımadığım insanların söyledikleri, yazdıkları, bazılarının küfür ve hakaretleri elbette etkiledi beni. Ancak zamanında güzel şeyler paylaştığımı düşündüğüm bazı eski dostların sosyal medyadan benimle ve Medrese’yle ilişkilerini kestiklerini açıklaması,  kendilerini sevgiyle hatırladığım bazı eski katılımcılarımın hakkımda yazılanları ‘beğenerek’ lince katılmaları beni derinden sarstı. 


Bu insanlara yaptıklarının ne demek olduğunu anlayabilmeleri için yıllar önce bir dersimde verdiğim bir örneği aktarmak istiyorum.  Derste linç şehvetinin insanı nasıl esir edeceğini gösterebilmek için şöyle bir sahne düşünmelerini istemiştim dinleyicilerden. “Farz edelim ki yolda yürürken az çok tanıdığınız bir grup insanın -tanıdığınız ya da tanımadığınız farketmez- birini aralarına alıp “Bu insan çocuk tacizcisi ve katilidir!” diye bağırdığını ve bu insana saldırdıklarını gördünüz. Bu durumda ne yapardınız?” diye sorduğumda lincin bir insanlık suçu olduğu konusunda dersin başında hemfikir olduğumuz dinleyicilerin hemen hepsi ya kalabalığa katılacağını ya da engellemek için kesinlikle bir şey yapmayacağını açıklamıştı. 


Soruyu şöyle sorunca durum biraz değişmişti. “Diyelim ki siz yolda yürürken bir grup insan sizi birine benzetti ya da size atılmış bir iftiraya inanıp size “Çocuk tacizcisi! Çocuk katili!” diye bağırarak saldırmaya başladı. O zaman yoldan kimlerin geçiyor olmasını istersiniz? Kendiniz gibilerin mi yoksa kalabalığa katılmayacağını hatta saldırıyı engellemeye çalışacağını açıklayan sınıftaki şu iki arkadaşınızın mı?” 


Lincin belki de en önemli ve korkunç özelliği katılımcısına kendisini masum hatta yüksek ahlâklı hissettirmesidir.  Yapılanın bir linç olmadığını düşündürtmeyi başardığı anda gerçekleşir linç. Geri kalanları ise icra edilen şiddetin korkunçluğuyla ya sessiz kalmaya ya da bu şiddet kendilerine de sıçrar diye korkarak lince katılmaya zorlar.  


Bu linç kalabalığındakiler Medrese’nin ortak kurucusu ve yöneticisi olan İlke Yiğit’in kadınlık onurunu da çiğnedi. Olaya müdahil olan ya da seyreden hemen herkesin ortak tavrı İlke’yi yok saymak ve onu bağımsız bir özne gibi görmemek oldu. Bunu İlke’nin ve benim ortak dostlarımız dahi yaptı. Hatta bazıları onun konuşma talebini yanıtsız bıraktılar.  Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar yıllarca işledikleri irtikap suçlarını örtbas etmek için beni aşağılık yalanlarla suçlu ilan etmeye kalkıştıklarında beni geçtim İlke’yi de aramadılar. Bir kadının ancak bir erkeğin karısı olarak var olabileceğini varsaydıklarını itiraf ettiler böylece. İlke’yi tanıyan tüm “ifşa” kampanyası katılımcılarına ve izleyicilerine bu utanç yeter umarım. 


Bu vakadaki hayatta kalanlar ben, ailem ve Medrese'dir.  Bana ve Medrese’ye karşı bu linci organize edenler ve kendi kişisel hesapları için katılanlar ise gerçek bir toplumsal sorun olan cinsel tacizle mücadele etme kisvesine bürünmüş duyarlı barbarlardır. 


Sanırım iki yıl önceydi.  Hürriyet'te “Tiyatro Medresesi,  Şirince'de yıkılacak yerler arasında.” haberi çıktığında ağır bir yükten kurtulma şansı elde edeceğimi düşünerek bir rahatlama hissetmiş ve şöyle söylemiştim yakınımdakilere: “Yıkımı engellemek için asla dozerlerin önünde durmam.  Çünkü bu işe girerken bu riski almıştım. Zaten yasal olarak buna hakları da var. Eğer kamuoyu buranın yıkılmasını engellemezse benim yapacağım tek şey Medrese yıkılırken karşısına geçip izlemek ve tarihe not düşmek adına belki belgeselini yapmak ve yeni şeyler yapmak için başka bir ülkeye gitmek olur.” (Erdem-Nesrin çok iyi hatırlarlar bu sözlerimi.) 


Şimdi ise Medrese’nin, hem de içinde masum insanlar varken, elbirliğiyle taş yığınına çevrilmeye çalışılmasını izliyorum. Ne ironiktir ki burayı yıkmaya kalkan devlet değil tiyatro-sanat camiası oldu. Hukuk tanımazlıklarıyla, küçük hesaplarıyla ama en önemlisi şehvetle yaptılar bu işi. Belki “yasa”nın dozerlerine karşı durmayacaktım ama bu duyarlı barbarların karşısında durmayı ve hesap sormayı gücüm yettiğince deneyeceğim. Bunu etik bir sorumluluk olarak gördüğüm için yapacağım.






Bazılarının şunu çok iyi gördüğünü düşünüyorum:  Ben, onlardan olmadığım için beni linç etmek ve dünyada eşi az bulunur bir vaha  olan Tiyatro Medresesi sıradışı bir güzelliğe sahip olduğu ve 
onlara ait olmadığı için yıkmak istediler. Onları hızlı ve organize bir şekilde harekete geçiren temel dürtüleri haset ve ressentiment  olduğundan sürü halinde gerçekleştirdikleri saldırılarından sonra verdiğim cevaplar,  sorduğum sorular karşısında ölü taklidi yapıyorlar. Susmaya devam edecekler çünkü eylemlerinin kötücüllükleri ve yalanları açığa çıktı.  Ayrıca suçladıkları insanla yüzleşecek kapasitelerinin olmadığını da biliyorlar.  


Önceki Bölüm     Ana Sayfa     Ekler



İçindekiler: 

Kapak
1. Giriş
2. "Sahne Sanatlarında Cinsel Taciz” - Röportaj (2. Bölüm)
3. "İfşa"cı Mine Nur Şen ("Ayşe")
4. "İfşa" Kampanyası Sırasında Yapılan Görüşme
5 . Bülent Gültekin ("Ahmet")
6.  “İfşa” Kampanyasına #metoo Diyerek Katılanlar
7.  "İfşa"nın Organizatörleri: Güray Dinçol, Firuze Engin ve Diğerleri
8. “İfşa” Ekibiyle Medrese Arasındaki Yazışmalar Üzerine
9. Erdem Şenocak'ın Rolü
10. Sonsöz
EKLER
Mimesis Dergi’ye Cevap
"Ahmet" Takma Adlı "İfşa"cı Bülent Gültekin Hakkında -2
"Tiyatro Medresesi" İsmine Veda
Bir Takım Olaylar ve Mesajlar
"Ayşe" ve "Ahmet"in Kamp Sonrası Yaptıkları Yorumlar
Tandem Europe
“Basın” Hakkında
Arasöz
SusmaBitsin Platformu' ve 'Feminist Avukatlar'
"Grotowski Workcenter" ve Mario Biagini



Yorumlar