9. Erdem Şenocak'ın Rolü



Eylül 2021


Bu metni Erdem Şenocak'tan intikam almak için kaleme almıyorum. O, bana ve Medrese'ye yapacağını yaptı. Bunların geri dönüşü ya da telafisi mümkün değil. Bu okuyacaklarınızı biraz da kendimle yüzleşmek adına yazmaya karar verdim. 


Bu linç kampanyasının metin yazarları Mine Nur Şen ve Bülent Gültekin; sahneye koyanları Güray Dinçol, Firuze Engin; prodüktörü ve başrol oyuncusu ise Erdem Şenocak'tır demek  yanlış olmaz. 

Bu cümleyi yazmanın bile ne kadar ağır olduğunu ben ve Erdem'i bir süredir tanıyanlar çok iyi anlayacaklardır. Olur da erken  ölürsem çocuklarımın velayetini vasiyet etmeyi düşünecek kadar yakın hissettiğim birinin yaptıklarını algılamak zorlu bir süreçti benim için.  25 yılllık bir dostluğun, dost bilinen kişi tarafından gerçekleştirilen korkunç bir jestle hatırlanmak istenmeyecek bir yığına dönüşmesi yaşadığım bu linçten bile ağırdı benim için. 



25 yıldır yoğun bir sanatsal ve insani ilişki kurduğu "dostunu" yıllardır yenik düştüğü para zaafını bu zaaf dolayısıyla işlediği hırsızlık suçunu gizlemek adına adeta öldürmeye kalkan bu insanı, biraz da mesleki bir itkiyle kayıt altına almak için yazıyorum.  Yüzündeki masumiyet maskesini bu kadar içselleştirmiş bir karakterin idrak etmesi güç kötücül eylemlerinin ana hatlarını çıkarmaya çalışacağım. Böylesi ancak en dehşetli kurgularda bulunabilir sanırım. 



Erdem Şenocak'ın, eşi Nesrin Uçarlar'la beraber Medrese’den kaçar gibi ayrılmasının sebebinin linç ihtimalinin yarattığı “aşırı korku” olduğunu düşünmüştüm. Güray Dinçol, Elif Temuçin, Erkan Uyanıksoy, Firuze Engin, Bülent Gültekin ve Volkan Çıkıntoğlu'nun sözlü ve yazılı tehditleri gerçekten de bir insanı dehşete düşürmeye yeterliydi. Tam bir linç tarif ediyorlardı. (Bknz. Medrese ile "İfşa" Kampanyası Düzenleyenler Arasındaki Yazışmalar) Bu sebeple gidişleri bana Force Majeure (2014) filminin çığ sahnesini hatırlatmıştı. Bu sahnede bir adam, üstlerine gelen çığdan öylesine dehşete kapılır ki iki küçük çocuğunu ve karısını kenara iterek kaçar. 


Ancak sonradan "ifşa" organizatörleri saldırmaya başlayınca kendisi için ne kadar yanlış düşündüğümü farkettim. Erdem Şenocak ani bir korkuyla çığdan kaçmamış; bilakis beni ve Medrese'yi kendi katkısıyla şiddeti artırılmış bir çığın altına itmiş. Bunu benden nefret ettiği ya da sahte mağdurla dayanışmak  için yapmadığı şüpheye yer bırakmayacak şekilde açığa çıktı  zannediyorum. 


O halde neden aşağıda anlatacağım şeyleri yaptı?  


İnanması güç ama Medrese'ye ve bana karşı yıllardır işlediği dolandırıcılık/hırsızlık suçunun üstünü tümüyle örtme fırsatı yakaladığını düşünerek yaptı.


Kamuoyuna benimle ilgili eşi Nesrin Uçarlar ile birlikte yaptıkları açıklamalarına geçmeden önce kısaca Medrese’nin kuruluş hikayesinden bahsetmek istiyorum.  


Seyyar Sahne olarak, 2011’de bir süredir aklımda olan medrese mimarisinde bir tiyatro araştırma merkezi inşa etmek için Şirince’de bir zeytinlik satın aldık. Arazinin tapusunu ilerde vakıf kurulana değin tüm para ve muhasebe işlerinden de sorumlu olan, emin kişi olarak Erdem Şenocak’ın üzerine yapılmasının doğru olacağını düşündüm. (Genel sanat yönetmeni olarak Seyyar Sahne ve Medrese'nin kuruluşundan itibaren para ve mülk işlerine etik olarak yanlış bulduğum için girmediğimi beni tanıyan herkes çok iyi bilir.) İnşaatın başlayabilmesi için İlke’nin annesi yüklü bir bağış yaptı. İnşaat devam ederken birçok dostumuz irili ufaklı bağışlar yaptı ancak bunlar inşaatın ilerlemesine yetmiyordu. Bu durumlarda çoğunlukla İlke’den veya ailesinden borç alarak ilerleyebildik. Bütün bu detaylar banka kayıtlarında mevcuttur. 2012 Temmuz’unda Medrese’yi kullanıma açmak istiyorduk ancak mayıs-haziran aylarında yine çok ciddi bir mali kriz içindeyken İlke’nin annesi inşaatı bitirebilmemiz için gereken miktarı bize borç olarak verdi. Bu paranın sadece ana parasını yedi yıl sonra 17 Eylül 2019’de kendisine verebildik. İlke’nin verdiği borçların da sadece ana parasını yıllar sonra verebildik kendisine. 


Medrese’nin açılışını yaptığımız 5 Mayıs 2012’de Tehlikeli Oyunlar’ın ilk perdesini amfitiyatroda oynadıktan sonra davetlilerden  uzun vadede vakıflaşacağımızı belirterek destek istedik. 


Mülkü vakfetmemiz gerektiğini şöyle gerekçelendiriyordum: “Ben ve ortak kurucular olan İlke Yiğit ve Erdem Şenocak hayattayken hiçbir sorun görmüyorum, kendime ve ortak kuruculara güveniyorum. Ama üçümüzden biri erkenden ölürse bu denge bozulur ve Medrese’nin geleceği tehlikeye girer. Hele bir de tapu onun üzerindeyken önce Erdem Şenocak’ın ölmesi durumunda miras hukukundan dolayı işin içinden çıkmamız çok zor olabilir.” Bu ifadelerimi birçok insan duymuştur.


Kuruluştan bu yana gündemimde olan vakıflaşma sürecine pandemi döneminde zaman ayırabildim ve bir vakıf senedi yazmayı bu “ifşa” kampanyası başlamadan kısa süre önce bitirdim. (Bilgisayarımda son kaydetme tarihi değişmeden duruyor vakıf senedinin: 3 Aralık 2020) Artık vakfı kurmak ve Erdem Şenocak’ın üstünde olan Medrese'nin tapusunu vakfa devretmek için her şey hazırdı. Bu “ifşa” kampanyası başlamadan bir ay önce Erdem Şenocak benimle konuşarak Medrese'yi kuracağımız vakfa bağışlamayalım, Medrese’nin hem inşaatını yapan hem de işletmecisi olan Seyyar Sahne şirketine devredelim diye önerdi. Gerekçesini ikna edici buldum. Bu dönemde bürokrasinin vakıf ve derneklere karşı son derece acımasız olabileceğini en azından mülkü sağlama almanın iyi olacağını, ilerleyen zamanda gerekirse yine vakfa devredebileceğimizi söyledi. Ben de “O zaman şirkete devir işlemlerini başlat.” dedim. Şirketin tam vekâleti kendisindeydi. Bu konuşma Aralık ayı başında gerçekleşti ve bir ay boyunca bu iş için hiçbir girişimde bulunmadı. Değil bir ay bir yıl ya da on yıl geçse de bu devir işlemini gerçekleştirmeyeceğini şimdi anlıyorum. Medrese'nin tapusu ve kendisine verdiği maddi imkanları bırakmak gönüllü olarak gerçekleştireceği bir şey değilmiş.  



***


“İfşa” organizatörleri 2 Şubat’ta ulaşabildikleri tiyatro camiasından tüm insanlara, Medrese hocalarına ve katılımcılarına bir mail yolladılar. Maili İngilizceye çevirip Medrese’de atölye vermiş yabancı hocalara da yolladılar. Mail, “Ayşe” ile “Ahmet”in ağzıyla ve Güray Dinçol, Firuze Engin, Erkan Uyanıksoy, Elif Temuçin, Pınar Akkuzu, imzasıyla hazırlanmıştı. Bu mailde şöyle bir bölüm var:


“…Ardından Celal Mordeniz, Tiyatro Medresesi’nin web sitesindeki yürütücüler kısmından çıkarıldı. Bunun üzerine 13 Ocak 2021 tarihinde bu maili paylaştığımız kişiler, Tiyatro Medresesi’nden durumu kamuya ifşa etmelerine dair bir talepte bulundu. 22 Ocak 2021 tarihine kadar bu açıklama için bekledik; fakat böyle bir açıklamanın yapılmayacağı yönünde bilgilendirildik. Bu süreçten sonra Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar’ın Tiyatro Medresesi’yle olan ilişkilerini kestikleri haberini aldık. Ardından, Tiyatro Medresesi’nin web sitesinde yürütücüler, Celal Mordeniz ve İlke Yiğit olarak güncellendi.” [Vurgular bana ait.]


Bu mail bir arkadaşım aracılığıyla aynı akşam elime geçtiğinde büyük bir şok yaşadım. Adımın Erdem Şenocak tarafından kimseye haber verilmeden Medrese yürütücü ekibine eklenmiş olduğunu bu maille öğrendim. Açık bir bilişim suçu da işlemiş Erdem Şenocak. Bu eylemiyle beni hazırlıksızken vahşi bir kalabalığın önüne atmış oldu. Önceki bölümlerde söylediğim gibi Medrese'deki tüm görevlerimden ayrılmıştım ve adımı da siteden sildirmiştiim ki linç kalabalığı "ifşa" eylemine girişmesin.  


Ayrıca Medrese, 22 Ocak'ta yazılı veya sözlü olarak kendilerine herhangi bir açıklamada bulunmamıştı. Bunu ve web sitesine adımın "eklendiği bilgisini" veren de Erdem Şenocak olmuş. 


Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar çifti, sinsice adımı web sitesine ekleyerek ve bu "bilgiyi" "ifşa" organizatörleri Güray Dinçol ve Bülent Gültekin'le paylaşarak beni ve Medrese’yi linç kalabalığının açık hedefi haline getirmek istemiş ve bunu büyük oranda başarmışlardır. Adeta ellerini kana bulamadan cinayete teşebbüs etmişlerdir.


Bu teşebbüslerini, muhtemelen ayrılmadan hemen önce denedikleri bir tuzağın başarısız olması sebebiyle gerçekleştirdiler. 


Medrese’den ayrılmadan önceki gece Erdem ve Nesrin benimle konuşmak istediklerini söylediler. Ertesi gün İzmir’deki evlerine kendi çalışmalarına konsantre olmak ve hava değişikliği için gitmeyi düşündüklerini söylediler. Ben “hava değişikliğini gerektirecek bir durum yok bence çünkü zaten isteğiniz üzerine artık bu konuyu birlikte konuşmuyoruz, ben avukatımla yürütüyorum süreci, dolayısıyla çalışmalarınızı da burada yapabilirsiniz” dedim. Ardından Nesrin, kızgın ve yüksek bir ses tonuyla “Bir daha böyle çalışmalar yaparsan temelli giderim buradan Celal!” dedi. Konuşmanın başlarında  ben, eğer iki tarafın da açık rızası varsa sanatsal çalışmada toplum ahlakına göre sınır koymanın doğru olmadığını düşündüğümü söylemiştim. Hem bu süreçte hem de öncesinde, 20 yıllık arkadaşlığımız boyunca birbirimize son derece sert eleştirilerde bulunsak da birbirimize asla sesimizi yükseltmemiştik. Bu üslubu beni derinden üzdü ama yine de kendisine kelimesi kelimesine şöyle dedim: “Bu şekilde söylemene gerek yok Nesrin. Ben seninle burada yaşamak istediğimi defalarca söyledim. Sen benim arkadaşımsın ve senin basit bir ricanı bile emir telakki ederim. Ayrıca beni tanıyorsun benim için hiçbir şeyin vazgeçilmezliği olmadı.”  Nesrin bu cevabımdan sonra bana yeni hiçbir şey söylemedi. Ben konuşmaya devam ederken Erdem’e "sen neden hiç konuşmuyorsun?" diye kızdı ve bozuk bir moralle kalkıp evine gitti. 

Şimdi bakınca anlıyorum ki benim Nesrin'e “Benimle böyle konuşamazsın! Çalıştığım insanın açık seçik onayı olduktan sonra bir sanatçı olarak istediğim çalışmayı yaparım ve buna kimse karışamaz!” şeklinde bir cevap vermemi bekliyorlardı. -Ki bunu söylemeye hakkım da vardı.-  Böylece "biz onu durdurmaya çalıştık ama başaramadık ve kovulduk" diyebilecek ve mükemmel bir mağdur portresi çizebileceklerdi. Ancak yine de başka konularda olduğu gibi bu konuda da yalanlar söylediler ve çirkin bir mağdur rolü oynadılar. Soru sormaktan aciz, erdem sinyalciliğinden  düşünme melekesini yitirmiş neredeyse  tüm tiyatro-sanat camiasını da dakikasında kandırdılar elbette. 


Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar, ortak imzayla kamuoyuna yönelik iki açıklama yaptılar. Birincisi “ifşa” kampanyasının sosyal medyaya taşınmasından birkaç saat sonra tam da "ifşa" dalgası sönümlemeye başlamışken, ikincisi ise bir gün sonra yayınlandı. 





İkinci açıklamalarını ise yayınladıktan birkaç saat sonra nedense kaldırdılar:





Bu iki açıklamada şu iddialar var:


  • Biz Celal Mordenizin Medrese’deki görevlerinden uzaklaştırılması ve bunun duyurulması için çok uğraştık ama başarılı olamayıp Medrese’den ayrıldık.
  • Celal Mordenizin oyuncularla birebir çalışmalar yaptığını, çalışmalarının içeriğini ve bu çalışmalarında “sınır ihlalleri” yaptığını bilmiyorduk. 
  • Eylül 2020’deki iki kadın oyuncunun rahatsızlıklarını duyduktan sonra Celal Mordenizi hocalık ve yönetmenlik görevlerinden uzaklaştırmayı kararlaştırdık hatta 2021 yazını buna göre planladık. Ayrılık kararı almamızda bu olay da belirleyici olmuştur.
  • Bu “ifşa” erkek egemenliğini bitirmek için vesile olabilir.  İyi ki bu “ifşa” oldu da biz de kendi tarafımızı belli edebildik.

Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar’ın, açıklamaları onlarca kişi ve grup tarafından hiç sorgulanmadan onurlu duruş olarak alkışlandı ve bu açıklamalara istinaden birçok kişi ve kurum Medrese ile olan ilişkilerini kestiğini açıkladı. Sonradan konuştuğum hemen herkes de temel referanslarının Erdem'in açıklaması olduğunu ifade etti. 

(Erdem Şenocak ben bu notları yayınlamaya başladığımda, henüz kendisiyle ilgili okuduğunuz bu bölümü yayınlamadan çok önce binlerce takipçisi olan twitter hesabını tümüyle kapattı ardından Instagram'da paylaştığı açıklamasını tüm yorumlara kapattı.)


Açıklamalarındaki argümanların doğruluklarını somut olgularla test etmek istiyorum. Ancak baştan söylemeliyim ki isimleri dışında yazdıkları her satırda yalan söylüyorlar.


9 Ocak gecesi “Ayşe” ve “Ahmet”ten gelen 14 sayfalık suçlama metninde iki somut talep vardı: birincisi bu mektubu kimseyle paylaşmamamız ve ikincisi de benim dramaturji dersi dahil atölye vermeyi bırakmamdı. Medrese ekibi 10 Ocak’ta “Ayşe”ye mesaj atarak üzüntülerini ve dayanışma dileklerini iletti. Benim hocalıktan çekildiğim de eklendi mesaja. Bu mesaj üzerine, “Ayşe aşağıdaki yanıtla taleplerini yerine getirdikleri için Medrese Ekibine teşekkürlerini iletti:



Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar, benim görevlerimden ayrılmaya direndiğim için kendilerinin Medrese’den gitmek zorunda kaldıklarını açıklamışlar. Benim eğitmenlik dahil tüm görevlerimden kendi rızamla ayrıldığım “ifşa” ekibiyle yapılan yazışmalardan açık seçik bir şekilde görülebilir. Erdem ve Nesrin giderken beni tekrar web sitesine ekleyerek tuzağa düşürdüler. 


(Yukarıda da söylediğim gibi linç ekibini sakinleştirir umuduyla herşeyden vazgeçmeyi planlıyordum. Bu stratejimin tümüyle yanlış olduğunu şimdi çok net görüyorum. Karakter süikastçisi alçaklara taviz vermemek gerekiyormuş. Buradan herkese tavsiye ediyorum; birisi sizi alçakça tehdit ettiğinde onların suratına defolun alçaklar demezseniz sizi "öldürmeden" rahat etmezler.)


Ayrıca bu iddialarının gerçeklikle uzak yakın ilgisi olmadığı yaşanan şu sahneden de anlaşılabilir: “Ayşe”nin yukarıdaki teşekkür yanıtının ertesi günü şömineli salonda hep birlikte otururken İlke bana “Peki Erdem ve İpek’le çalıştığınız oyunun yönetmenliğine devam edecek misin?” diye sordu. Ben de Erdem Şenocak’a dönüp “Kendileri karar versinler. Ben her türlü kararlarına uyarım.” dedim. Erdem Şenocak o sırada salonda ayakta volta atar gibi dolanıyor arada bir sobayla ilgileniyordu, bana dönüp “Olur mu abi öyle şey. Biz yarın İpek’le birlikte çalışalım. Sen yarın dinlen, ertesi gün çalışmaya gelirsin.” dedi. Salondaki herkes bu konuşmaya şahittir. Çünkü o sırada henüz Firuze Engin ve Güray Dinçol tayfası devreye girip "ifşa" isteriz diye mesajlar göndermeye başlamamışlardı. 


Bu "ifşa"nın başta tiyatro olmak üzere tüm sanat alanlarındaki hatta toplumsal ve siyasal mecralardaki erkek egemenliğini bitirecek tartışmalara vesile olacağını umduklarını söylemişler. 


Nesrin Uçarlar'ın, Kasım ayında, Medrese’deyken, Medrese'de yaşayanların defalarca duyduğu, ‘ifşa’ hareketine ettiği hakaretleri ve H.A.Toptaş vakasındaki ilk ifşacı olan P. Buzluk hakkında sarfettiği şu ifadesini buraya yazmak zorundayım:  "O da açık bir kıyafetle tek başına bir erkeğin evine gidince ne olacağını bilmiyor muymuş?"  Bu sözlerinin aramızda bir infial yarattığını, kendisiyle tartıştığımızı söylemekten hicap duyuyorum. Yine aynı dönemde Erdem Şenocak, bir hayranı olarak KutsalMotor stüdyosuna gittiğinde orada yeni program yapmaya başlamış bir feministle ifşa güzellemesi yaptığı için nasıl kinayeli olarak dalga geçtiğini anlatmıştı. Şimdi kalkmış 25 yıllık ortaklarının "ifşa"sı üzerinden erdem sinyalciliği yapıyorlar. Haysiyetsizler.


Ayrıca Nesrin, “Ayşe” ve "Ahmet"in  mektubu elimize ilk ulaştıktan sonra çözümün muhakkak hukuk olduğunu tekrarlıyordu. Bu konuda kendisiyle tam olarak mutabıktım ben de. İpek Türktan'ın, Firuze Engin’le yaptığı ikinci telefon konuşmasında “Ayşe”nin fikrini değiştirdiğini; ifşa istediğini, dava açmak istemediğini öğrendik. Nesrin bu yeni duruma “Kendisini mağdur hissediyor diye fütursuzca başka mağdurlar yaratma hakkı yok.” yorumu yaptı. İfşanın hukuksuzluk olduğunu defaatle söyledi. Bir gün Selçuk’tayken hakkımdaki iddiaların araştırılması için savcılığa gitmeye kalktım, kedilerimize aşı yaptırmak için veterinerdeydik ve savcılığa yürüme mesafesindeydik. O sırada yanımda olan İpek beni durdurdu. Tek isteğim olaya soğukkanlı yaklaşabilecek birisi tarafından dinlenmekti. 


Nesrin, bir aşamadan sonra “Ayşe” için “O da beş kere gelmiş, tekrar tekrar aynı çalışmayı talep etmiş. Mağdur olduğuna ve travma yaşadığına inanmıyorum” dediğini de Medrese’de o sırada bulunan herkes duydu. Erdem ise “ifşa”nın kaçınılmaz olduğunu anladıktan sonra benimle ilişkisini kesme eğilimine girdi ve Nesrin’in de pozisyonunun değişmesine sebep oldu. Ancak şimdi tüm açıklığıyla görüyorum ki ısrarlı taleplerime rağmen asla veremediği para hesaplarından bu "ifşa" vesilesiyle kurtulabileceğini ve Medrese'ye sahip olabileceğini düşünmüş ve bu yüzden "ifşa"cıları ve oluşan lincin şiddetini kışkırtan hamleler yapmış. Ekstra bir masumiyet ifadesi eklediği yüzünün ve ses tonunun ardında Erdem Şenocak "Alçaklığın Evrensel Tarihine" ilk sıralarda girmeyi hakedecek bir kötülüğün öznesi olmuştur. En dehşetli kötülük, masumiyet maskesi takmış olandan gelirmiş meğer. Medrese'den, dolayısıyla benden ve tüm tiyatro camiasından çaldığı paraların hesabı sorulamasın diye beni öldürmeyi göze almış birisidir Erdem Şenocak


Benim katılımcılarla birebir çalışmalar yaptığımdan haberleri olmadığını söylüyorlar. Bunun ahlaksız bir yalan olduğunu ispatlayacak sayısız örnekten birkaçını aktaracağım.  2018 yılında bir oyuncuyla Medea tiradı çalışırken Nesrin Uçarlar çalışmayı ziyarete geldi.  

Nesrin, bu çalışmada önce oyuncuyla yaptığım birebir çalışmayı izledi ardından diğer katılımcıların dahil olmasıyla tiradı seyircilerle beraber izledi. Benim hemen yanımda oturmuştu. Oyuncu, birlikte çalıştığımız haliyle tiradını sergiledikten sonra diğer izleyiciler gibi o da çok etkilendi ve bana dönüp benim duyacağım şekilde şöyle bir espri yaptı: “Celal, bakıyorum da mucizeler sergilemeye başlamışsın!” 


(Uzun yıllar Erdem Şenocak benim atölyelerimde çalıştırıcı partnerimdi. Birkaç yıldır Medrese’nin muhasebe işleri çok ağırlaştığından Erdem atölyelerimde bana eşlik edemez olmuştu. İpek Türktan 2018 yılındaki bazı kamplarımda bana partnerlik yaptı. Yanımda Erdem veya İpek varken bazı oyuncularla yalnız çalıştığımda yanımda her zaman onlar da oldu. Ayrıca atölyelerde yalnız kaldıktan sonra tanıdığım oyuncuları atölyelerime davet ettim partner olarak.  Tek başıma atölye vermek benim için yorucu olurdu. Bu sebeple 2020 yazından önce o yaz atölye vermek istemediğimi sadece eski oyuncularımla deneysel bir oyun çalışması yapmak istediğimi yürütücü ekip toplantımızda söyledim. Erdem, atölye yapmam konusunda ısrarcı oldu. Paraya ihtiyacımız olduğunu söyleyince daha fazla ısrarcı olmadım. )




(Bazı gazete köşelerinde ya da 'twit'lerde benim çalışmamın neden gizli olduğu sorusu soruluyor. Benim bu çalışmayı taciz amaçlı yapmış olduğuma kanıt olarak bu argüman tekrar ediliyor. “Taciz edildim ve saldırıya uğradım.” diye kampanya yürüten “Ayşe”ye, ben hiç “Bu çalışmamızdan kimseye bahsetme.” demiş miyim?  Bir de aşağılama ve suçlama tonuyla “Haz ve Beden” çalışmaları yaptırdığım söyleniyor. Bu başlığı ilk kez duyuyorum. Benim böyle bir çalışmam hiç olmadı. Ancak her zaman oyunculuğun bedensel ve ruhsal bir haz alınmadan yapılmasının oyuncuya ve seyirciye eziyetten başka bir şey olmadığını söylemişimdir. )



Çalışmalarımın içeriğinden haberleri olmadıklarını söylemişler. Nesrin Uçarlar 21 Temmuz 2020’de bana Facebook Messenger’dan bir koreografın video linkini göndermişti. O zaman açıp bakmamıştım videoya. Birkaç gün sonra Medrese avlusunda birkaç kişiyle (Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy'la) bir akşam sohbet ederken “sana gönderdiğim videoyu izledin mi?” diye sordu. Ben de izlemediğimi söyledim. “İzle bak o da senin gibi pelvis üzerine yoğunlaşan çalışmalar yapıyor.” dedi. Gönderdiği videoyu kendileri Medrese’den ayrılıp “Biz Celal Mordenizin ne tür çalışmalar yaptığını bilmiyorduk” diye açıklamalar yaptıktan sonra izledim. Luciana Achugar adlı bu koreograf hakkında yazılmış bir iki yazı da okudum. Okuyucuların araştırmasına bırakıyorum gerisini.


Ayrıca "...Celal Mordeniz’in ne katılımcılarla birebir çalışma yaptığından, ne de onların rızasını almadan bedensel sınırları ihlal ettiğinden haberdardık." demişler. Bunu söyleyerek  yaptığım tüm çalışmaları kriminalize ederek korkunç bir suç işlemişlerdir. 


Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar'ın İzmir’deki evlerine hava değişikliği için gitmelerinden bir gün sonra bir arkadaşımdan Medrese’den temelli ayrıldıklarını öğrendim. O da "ifşa" ekibinin 'lideri' Güray Dinçol'dan öğrenmiş.  İlke’yle birlikte İzmir’e gidip kendileriyle konuştuk.  Orada “Lütfen Medrese’ye geri dönün orası sizin eviniz” dedim. Erdem, “Biz dönmeyeceğiz” dedi. Ben de tam olarak şunları söyledim:” Erdem, eğer benim tacizci ve saldırgan olduğumdan yüzde yüz emin olsan bile dostunu yüzüstü bırakmamalısın. Eğer gerçekten de haklıysan ve ben bir saldırgana dönüştüysem belki de beynimde bir ur çıkmıştır ve tedaviye ihtiyacım vardır. (Erdem’in kısa bir süre önce vefat eden babasının beyninde ur tespit edilmeden 6 ay önce karakteri radikal bir şekilde değişmeye başlamıştı.) O zaman İlke ve çocukları benden korumanız ya da onlara destek olmanız gerekir” dedim. “Bu süreç beni öldürecekse de dostlarımın yanımda olmasını isterim.” diye ekledim. Nesrin bu sözüme “Saçmalama, seninle onlar arasındaki sıklet farkı bariz değil mi? Sana bir şey yapamazlar.” dedi. Ben de “sizin gidişiniz herkesin gözünde benim mahkûm edilmeme sebep olacak farkında değil misiniz?” dedim. Yanıt olarak buna hiç katılmadığını, kendilerinin ayrılmasıyla bu olayın tümüyle ayrı olduğunu söyledi. Erdem ise "Gidişimizin bir anlamı varsa dönüşümüzün de bir anlamı olacaktır elbette." diyerek dönmeyi tekrar reddetti. O sırada kendilerinin "ifşa" ekibiyle işbirliği içinde olduklarını bilmiyordum. Bu sözüyle bunu ima etmiş olduğunu şimdi anlıyorum.


Bu konuşmadan sonra diyaloğumuz tamamen koptu.  


Açıklamalarındaki başka bir tiksinç yalanları ise 2020 Eylül’de iki temel oyunculuk katılımcısının şikayetinden sonra beni hocalıktan uzaklaştırdıklarını, hatta 2021 yazını buna göre organize etmeye karar verdiklerini söylemeleridir.


Eylül 2020’deki temel oyunculuk kampımın iki kadın katılımcısı kampın son akşamı bana gelip yaptığımız tirat çalışmasından rahatsız olduklarını söylediler. Bu konuya yukarıda “Ayşe” bölümünde detaylarıyla değindiğim için burada olayı ve yaşadıklarımı tekrar anlatmayacağım. 


Bu iki katılımcı bana rahatsızlıklarını ilettikleri akşam, henüz kendileriyle detaylı olarak konuşmadan önce Medrese’nin mutfak-bakkal kısmındaki bir pencerenin iç kısmında oturmuş düşünüyordum. Erdem Şenocak yanıma geldi. Son derece nazik bir ses tonuyla “Benimle de konuştular abi.” dedi. Ben de oturduğum yerden başımı kaldırıp “Sadece iyi bir tirat çıkarmaya çalışıyordum Erdem, görseydin anlardın; biri harika bir Lady Ann tiradı sergiledi, diğeri ise zor bir Hırçın Kız pasajını çok iyi oynadı. Şarkıları dikkat çekici şekilde daha iyi söylediler. Buna inanıyor musun?” dedim. O da “İnanıyorum tabii ki abi” dedi. Ben de “Artık atölye filan vermek istemiyorum Erdem.” dedim. O da bana aynen şöyle yanıt verdi: “Olur mu abi? Sadece Temel Oyunculuk atölyelerine girme. Zaten her yaz 4-5 atölye vererek yoruluyordun.” dedi. Ben “Pek sanmıyorum.” dedim. O da beni ikna etmek için tam olarak şöyle dedi: “Mesela ben muhasebe işim sırasında elli bin lira kaybetsem muhasebeyi mi bırakacağım. Üzülürüm elbet ama muhasebeye devam ederim. Bence senin de devam etmen lazım.” Ben ise bir şey söylemeden sadece başımı olumsuzlayarak salladım. Ertesi gün de bu kararımı katılımcılara açıkladım.


Şimdi ise o olaydan sonra beni 2021 yaz kamp programından çıkarmaya karar verdikleri yalanını söylüyorlar. 


Medrese’yle tüm bağlarını kestikleri de yalan. Erdem Şenocak Medrese’ye yapmış olduğu tüm maddi katkıların kendisine iade edilmesi karşılığında Medrese’nin tapusunu devretmeyi reddetmektedir. Erdem Şenocak, şahsi mülkü olmayan, Seyyar Sahne adına emanetinde olan Medrese’nin tapusunu ve Medrese hesaplarını bir yıldır vermeyerek Medrese’den astronomik (Bir milyon 215 bin dolar) paralar talep etmektedir. Şahsi hesap dökümlerini açması karşılığında ne isterse vereceğimi söylememe rağmen açmamıştır şahsi hesap dökümlerini.


Bütün bunlara inanması güç muhtemelen. Çünkü Mark Twain'in dediği gibi gerçekten ziyade kurguya inanma eğilimindeyizdir.  


Açıklamalarını okuduğumda ilk tepkim hayret etmek olmuştu. Yalanlarının hem bu kadar büyük ve korkunç hem de bir o kadar zayıf olmasına şaşırdığımı hatırlıyorum. Bu insanlarda vicdan olmaması yine de anlaşılabilir. Ancak sıfır akıl olmasını nasıl açıklamalı? 


Elbette her insan şahsi çıkarlarını korumak adına zaman zaman ufak yalanlara başvurabilir.  Ancak Erdem Şenocak ve Nesrin Uçarlar'ın yaptığı gibi, bir başkasının hayatına kastedecek kadar ağır yalanlar söylemek ve tuzak kurmak için şahsi çıkardan başka gerekçelerin de olması gerekir. Bu da muhtemelen ağır bir suçu gizlemek olmalı. Bir insan 25 yıllık 'dostuyla' ilgili  linç kalabalığını arkasına alarak  böyle aşağılık yalanlar söylüyorsa açamadığı banka hesapları çok şey anlatıyordur. Medrese'nin 10 yıldır düzenli olarak boşaltılmış hesapları da aynı şeyi anlatıyor elbette. 


Erdem Şenocak, “ifşa" çetesinin yazmaya başladığı senaryonun ikinci kısmını yazmıştır: 


Bir ev ve içindekiler bir linç kalabalığı tarafından sarılmaya başlanır. Talepleri evdeki bir kişinin kendilerine teslim edilmesidir. Başta sayıca az olan kalabalığın dağılması umuduyla evdekiler korkuyla beklemektedir. Kalabalığın dağılmayacağı ve yeni insanların katılacağı anlaşılınca evden iki kişi evdekilere bir bahaneyle alt kata ineceklerini söylerler. Ama evden çıkıp kalabalığa katılırlar ve kapıyı özellikle açık bırakırlar. Bu durum kalabalığı azdırır ve saldırıya geçerler. Toz duman ortadan kalkınca anlaşılır ki evden ayrılanlar, kalabalığın saldırısının, evde yıllardır işledikleri adi suçun üstünü örteceğini umarak kalabalığın en aktif üyesine dönüşmüştür. 




Önceki Bölüm      Ana Sayfa      Sonraki Bölüm


İçindekiler: 

Kapak
1. Giriş
2. "Sahne Sanatlarında Cinsel Taciz” - Röportaj (2. Bölüm)
3. "İfşa"cı Mine Nur Şen ("Ayşe")
4. "İfşa" Kampanyası Sırasında Yapılan Görüşme
5 . Bülent Gültekin ("Ahmet")
6.  “İfşa” Kampanyasına #metoo Diyerek Katılanlar
7.  "İfşa"nın Organizatörleri: Güray Dinçol, Firuze Engin ve Diğerleri
8. “İfşa” Ekibiyle Medrese Arasındaki Yazışmalar Üzerine
9. Erdem Şenocak'ın Rolü
10. Sonsöz
EKLER
Mimesis Dergi’ye Cevap
"Ahmet" Takma Adlı "İfşa"cı Bülent Gültekin Hakkında -2
"Tiyatro Medresesi" İsmine Veda
Bir Takım Olaylar ve Mesajlar
"Ayşe" ve "Ahmet"in Kamp Sonrası Yaptıkları Yorumlar
Tandem Europe
“Basın” Hakkında
Arasöz
SusmaBitsin Platformu' ve 'Feminist Avukatlar'
"Grotowski Workcenter" ve Mario Biagini


Yorumlar