5. "Ahmet" Takma Adlı "İfşa"cı Bülent Gültekin



"Ayşe" takma adıyla, yaptığımız çalışmalarda tacize ve saldırıya uğradığını iddia eden kadın, bu iddiasını partneri  “Ahmet” takma adlı Bülent Gültekin adlı erkekle  birlikte kaleme aldıkları uzunca bir metinle bana iletti. Metnin yarısından fazlasını Bülent Gültekin'in yazdığını, hezeyanlı üslubundan anlamak mümkün. Metnin "teorik" kısmını kendisinin yazdığını biraz da övünerek benim de tanıdığım birine söylediğini de belirtmem gerek. Bu detayın önemini başlangıçta ben de farketmemiştim. Ancak bir süre sonra bazı kadın arkadaşlarımın da katkısıyla bir kadın ve bir erkek imzasıyla yollanan bu metnin, aslen bir taciz "mağduru" kadın figürünü araçsallaştıran, öfke nöbetine kapılmış bir erkeğin  metni olduğunu söylemek mümkün. 

Cinsel tacize ve saldırıya uğradığını iddia eden “Ayşe”nin ifadeleri yeterli görülmeyip Bülent Gültekin tarafından yazılan sekiz sayfalık bir “süreç analizi”nden öyle anlaşılıyor ki sanki ben “Ayşe”yi üç aydır BG'yi ise üç yıldır istismar etmekteymişim. Bunu ispatlamak için de, benden öğrendiği bazı kavramları kullanarak analiz süsü verdiği birtakım zırvalamalarını  sıralıyor. Kamplarda kullandığım söylemlerimin tersine benim peygamberlik kompleksim olduğunu iddia ediyor. Bana yönelik peygamberlik kompleksim olduğu iddiası kendisinin müritlik kompleksini ve benim bu ilişkiyi reddedişimi gizlemek için ortaya atılmış görünüyor. Çünkü etrafımda ondan başka benim müridim gibi davranmaya çalışan kimse yoktu. Buna, kendisini Medrese'de gören herkesin şahitlik yapacağına eminim. Benim, bu ilişki kipinden uzak durma çabama da şahitlik edecek çok insan vardır.


Bülent Gültekin'le 2018 yazında verdiğim ileri oyunculuk kampına katılmasıyla tanışmıştım. 

Çalışmaya biraz 'fazla' ilgili olduğu hemen fark edilebiliyordu. Bir iki çalışmadan sonra bunun sebebini anladım. Kendisi, benim de zamanında travmatik bir şekilde ayrıldığım tiyatro grubundan ayrılmıştı ve beni bu özelliğimle gayet iyi tanıyordu.  Kendi ayrılık travmasına çare arayan biriydi ve benden kendi travmamı nasıl aştığımı öğrenmek istiyordu. Ben de elimden geldiği kadar kendi hikayeme çok girmeden travmasını nasıl atlatabileceğine dair fikirler vermeye çalıştım.  


Bülent Gültekin  gibi “Ayşe” de aynı gruptan travmatik bir ayrılık yaşamıştı. “Ayşe” gruptan ayrıldıktan sonra ortak yazarla yazdığı bir yazıdan kendisine haber verilmeden adı çıkarılmış. Adını, yazdığı yazıya yeniden ekleme talebine ise yanıt bile verilmemiş. “Ayşe” ile yaptığımız ikinci birebir çalışmada konuştuk bunları. Aynı konuşmada “Ayşe”den, “Ahmet”in, liseden beri tiyatro hocası olan grubun eskilerinden Cüneyt Yalaz’ın kendisini dövmekle tehdit etmiş olduğunu öğrendim. Bu tehdit “Ahmet” gruptan ayrıldıktan sonra gruptaki arkadaşlarıyla görüşmeye devam ettiği için gerçekleşmiş. 
Bu tehdit beni çok etkiledi. Bir yandan da hiç şaşırtıcı gelmedi çünkü ben de benzer şeyler yaşadım o grupla. 20 yıl önce gruptan ayrıldığımda okulun halkla ilişkiler ofisinde asistan kadrosuyla çalışıyordum. Kendilerinin tehditleriyle bu işimden ayrılmak zorunda kalmıştım. Bu tehditler önce grubun yönetmeni olan Ömer Faruk Kurhan’ın bana telefonda ağır küfürler etmesiyle başladı. İşimden apar topar ayrılmak zorunda kaldığım için benim vâkıf olduğum teknik bir sorunu çözmem için bir iki hafta sonra ofisten çağrılmıştım. Kampüse gidip sorunu çözdüm. Bir gün sonra tiyatro grubundan Özgür Çiçek beni telefonla aradı ve “biz sana bu kampüse girmeyi yasaklıyoruz” diyerek tehdit etti. Birkaç gün sonra da İstanbul Setüstü’ndeki yüksek lisans tez danışmanımın evindeki derse giderken yolumu 4 kişi kesip fiziksel olarak saldırmaya çalıştılar. O sırada oradan geçeceğimi aynı profesörden başka bir gün ders alan gruptan Bedirhan Dehmen biliyordu. Onlardan kaçarak kurtulabildim. Bu kişiler Özgür Çiçek, Barış Sezgin, Bedirhan Dehmen ve İlker Yasin Keskin’di. 
Bu olayı, zamanında benim de bu pis işleri yapmamın kefareti olarak görüp atlatabilmiştim. Evet, ben de oradaki “iyi” günlerimde grubun yönetmeni Ömer Faruk Kurhan’ın “emri”yle iki kere insan “tokatlamaya” gruptan birkaç kişiyle gittim.  
Saldırıda bulunduğumuz kişilerden ilki ED idi. Bir çeviri bürosunda çalışıyordu ve Ömer Faruk Kurhan’ın da liseden arkadaşıydı. Aynı büroda gruptan Taylan Tosun da çalışıyordu. Saldırıyı gerçekleştireceğimiz gün işe gitmedi ve bize büronun adresini verdi. Saldırıyı gruptan Taner Koçak, Mutlu Öztürk ve Orhan Akalın’la birlikte gerçekleştirdik. (Yıllar sonra, duydum ki Mutlu Öztürk de gruptan ayrıldıktan sonra grubun ağır bir fiziksel saldırısına uğramış.)  Bu “emirle” şiddet uyguladığımız ED ile bu gruptan ayrıldıktan sonra karşılaştım ve kendisinden özür diledim.  Diğer mağdur olan Özgürlük ve Dayanışma Partisi  üyesi HG’ye ise okul kütüphanesinin önüne konuşma bahanesiyle çağırıp saldırdık. Bu yazıyı okuyorsa kendisinden özürlerimi kabul etmesini diliyorum. 
Hâlâ bir mafya çetesi gibi hareket eden bu kadınlara ve adamlara kimse dur diyemediği için piyasadaki herkesin bildiği bu eylemlerine devam ediyorlar.  Evet, grubun kadın üyelerinin oluşturduğu feminist gruptan (Feminist Kadın Çevresi)  4-5 kadın 90’larda okulda iki kadın öğrencinin oluşturmaya çalıştığı “Martı Grubu" adlı feminist kadınlardan birini okulun 1. Kız Yurdunun önündeki yokuşta “yakalayıp” tokatlamışlardı. Saldıranlardan ikisinin adını hatırlıyorum ama itiraf şerefini kendilerine bırakıyorum. Saldırıya uğrayan kadının tam adını hatırlamıyorum ancak o grubun diğer üyesinin adını çok iyi hatırlıyorum.  Kendisi bölümden arkadaşımdı. Bu saldırıdan sonra grupta bir süre “1. Şaplak Vakası” esprileri yapıldığını da çok net hatırlıyorum. Bütün bunları, insanları hâlâ dövmekle tehdit ettiklerini “Ayşe” ve “Ahmet”ten öğrendiğim için anlatmayı bir görev olarak addediyorum. 
 
Bu grubun insanlarda yarattığı korku ve travmayı anlamak için bana yollanan metinle daha sonra kamuoyuna açıklanan metin arasındaki farka bakmak bile yeterli. 

Bülent Gültekin, bana yolladıkları metinde ayrıldıkları bu gruptan şöyle bahsediyor:
Biz, bildiğiniz üzere, BÜO'dan tiyatro anlayışı ve ekip olma ile ilgili büyük sorgulamalarla ayrıldık. Bunun üzerine girdiğimiz arayışta Tiyatro Medresesi ile, hatta yaşadığımız deneyimi daha önceden yaşamış ve bizim o süreçte yaşadığımız sorgulamaları atlatmış biri olan Celal Mordeniz ile tanıştık. Çok açıktır ki, bir oyuncunun içinde bulunduğu tiyatro topluluğundan travmatik etkilerle ayrılıp bir başka hocadan/yönetmenden medet umması, o oyuncunun en hassas olduğu anlardan biridir. Tahmin edeceğiniz üzere bu tarz durumlarda oyuncu, yeni bir şey bulmak için çıktığı yolculukta vücudunu ve zihnini ona iyi gelebilme ihtimali olan her şeye açacaktır. Dolayısıyla biz de karşımızdaki yönetmenin bunu suistimal etmesine, bu arayış halimizden yararlanmasına çok açık bir haldeydik. Yaşam biçimlerimize kadar karışan, zihinleri tahakküm altına alıp kendi toplumsal alanlarında bir takım politik fikirler aracılığıyla darbecilik yapan bir ekipten koşarak kaçmıştık ve kendimizi Tiyatro Medresesi’nde, Celal Mordenizin derslerinde bulmuştuk. Bu ekibe alternatif arama konusunda kendisi ilk durağımızdı ve benzer deneyimler yaşadığımız için belki de derslerinde bizim aradığımız şeyi anlatıyordu. Derslerinde sürekli tiyatro topluluklarının bir cemaat gibi işlediğinden, kendi içinde sürekli peygamberler ve tanrılar yarattıklarından ve dolayısıyla oyuncunun bedeninin kısıtlandığı bir tiyatro ortamından bahsediyordu. Önerdiği şey ise bunun tam tersiydi. Yönetmenin oyuncuya özgür bir yaratım alanı açması ve oyuncunun kendiliğine saygı duyması gerektiğini söylüyordu.”  [Vurgular bana ait]


Muhtemeldir ki ayrıldıkları bu grubun kendilerinde yarattığı korku ve travma yüzünden Bülent Gültekin metnini kamuoyuna açtığında bu bölümü şu şekilde sansürlemiş:


“Biz, farklı farklı ekiplerde çalışmış iki tiyatrocuyuz. Tahmin edeceğiniz üzere bulunduğu ekipten ayrılan oyuncu, yeni bir şey bulmak için çıktığı yolculukta vücudunu ve zihnini ona iyi gelebilme ihtimali olan her şeye açacaktır. Dolayısıyla biz de karşımızdaki eğitmenin/yönetmenin bunu suistimal etmesine, bu arayış halimizden yararlanmasına çok açık bir haldeydik. Ayrıldığımız ekiplere alternatif arama sürecinde Celal Mordeniz ile tanıştık. Derslerinde önerdiği şey eğitmenin/yönetmenin oyuncuya özgür bir yaratım alanı açması ve oyuncunun kendiliğine saygı duyması gerektiğiydi.” 


Bülent Gültekin ve diğer organizatörler yeterince cesur değillermiş; güçlerinin söz konusu çeteleşmiş gruba yetmeyeceğini düşünmüşler sanırım.

BG, bir sonraki sene bütün yazını Medrese’de geçirdi. Arada ilgisini çeken kamplar varsa onları takip etti. Benim 2019 Dramaturji atölyeme de katıldı ve tüm oturumların ses kaydını aldı. Ağustos ortasından Eylül ortasına kadar Medrese, tarihinin en kalabalık günlerini yaşarken bile gitmedi ve hiçbir kampa katılmadan benim atölyemin ses kayıtlarını çözümledi. Kendisi bu arada benden öğrendiklerinin hayatını nasıl iyileştirdiğini; ailesiyle ilişkisi dahil herkesle ilişkisinin nasıl düzeldiğini anlatıyordu. Bu söylemin birçok şahidi ve ses kaydı vardır. 

‘İfşa’ kampanyası düzenleyenlerden Erkan Uyanıksoy ve Elif Temuçin’in atölyesi dahil birkaç atölyeye katıldıktan sonra bana gelip atölyelerin ve hocalarının benim atölyelerime nazaran ne kadar zayıf olduğunu söylediğini de belirtmem gerek. Bir sene sonra Güray Dinçol’un atölyesi için de benzer yorumları yaptı. Yanında da aynı atölyeye katılan liseden arkadaşı vardı o da duydu bu yorumlarını. Bu detayları bu hocaların atölyelerini tartışmaya açmak amacıyla değil Bülent Gültekin'in bana ve çalışmalarıma yaklaşımını göstermek için aktardığımın bilinmesini isterim.


2020 Ocak ayında Medrese’ye gelerek benimle tek kişilik bir oyun çalışması yapmak istedi.  Çok fazla vaktim ve isteğim olmamasına rağmen ısrar edince kabul ettim. Çalışmak istediği metin Yusuf Atılgan’ın “Tutku” adlı öyküsü idi. 10 gün kadar kendisiyle birebir çalışma yaptık, birtakım önerilerle metni izlenir hale getirmeye çalıştım. Ancak çalışmaların sonunda ben hikâyeye ısınamadığımı söyledim ve kendisine hangi motivasyonla bu metni seçtiğini sordum. “Çünkü çok güzel.” dedi sadece. (Bu metnin konusuna ve verdiği bu cevapla ilişkili bazı somut olgulara daha sonra kendisiyle ilgili bir meselenin detaylarını aktaracağım başka bir bölümde değineceğim.)  Ben ona bu oyunun yönetmeni olmak konusunda isteksiz olduğumu ama çıkarmak isterse yine de yardımcı olabileceğimi söyledim. Kendisi İstanbul’da metne çalışmaya devam etti. Bir deneme gösterimi yapıp kaydını bana yolladı. Ben vakit bulup kendisine yorumlarım için dönemeden pandemi başladı ve oyun çalışmasını durdurdu. 


2020 yaz kamplarımın ses ve video kaydını alarak bir arşiv oluşturmak istiyordum. “Ahmet” ses ve video kayıtlarının yapılması ve çözümlenmesi konusunda istekli ve gönüllü olduğunu söyledi. Ben de bu teklifini kabul ettim ancak yaz kamplarımın ilkine gelmedi ve “Ayşe”nin de katıldığı ikincisine bir gün gecikmeli gelince bu projeyi onunla yapmaktan vazgeçtim. 


Daha önce birkaç atölyeme katılmış olduğu için bu atölyede benim asistanım gibi davranma eğilimindeydi. Katılımcılara bir şey öğretirmiş gibi davrandığı her seferinde kendisine müdahale etmek zorunda hissettim. Atölye devam ederken bir gün benimle konuşmak istediğini söyledi. Bu konuşmada “Hocam bana niye kötü davranıyorsunuz? Atölyedeki herkes de fark etmiş.” dedi. Ben de kendisine “Sana kötü davrandıysam kusura bakma ama beni bilirsin mesafeye çok önem veririm. Sen benimle mesafeni fazla azalttın biraz mesafe istiyorum.” dedim. 


Atölyelerimin son günü tüm katılımcılardan izin alarak ses kaydı alırım. Bu “ifşa” kampanyası başladıktan bir süre sonra dönüp “Ahmet” ve “Ayşe”nin katıldığı atölyenin ses kayıtlarını dinledim. Katılımcılar da hatırlayacaktır toplantı başladıktan sonra kendilerinin kahkahayla tepki verdikleri iki enstantane yaşandı. Toplantılardan önce uzun süre yerde oturmakta güçlük çektiğimi açıklayarak sandalyede otururum ve isteyenin istediği gibi toplantıya katılabileceğini, isteyenin sandalyede oturabileceğini, isteyenin yere oturarak ya da yatarak katılabileceğini söylerim. Toplantı başında sadece ben ve “Ahmet” sandalyede otururken ben bir ara yere oturdum benim ardımdan o da oturdu ve herkes beni taklit etmesi sebebiyle kahkahayı kopardı. Bir süre sonra oturmaktan yoruldum diyerek uzandım. Kendisi de yine farkına varmadan benim yaptığımı yapınca bu sefer daha büyük bir kahkaha koptu. Bülent Gültekin'in beni taklit çabası artık patolojik bir düzeye varmıştı ve benim için oldukça rahatsızlık verici olmuştu. Toplantıda değerlendirme yapmak için iki kez söz aldı ve ilk kısmında üç yıldır benimle yaptığı çalışmalardan dolayı yaşadığı olumlu değişimlerden uzun uzun bahsetti. Toplantının sonuna doğru yaşanan diyalogda ise benim 2018’de verdiğim ve kendisinin de katıldığı atölyenin katılımcılarıyla şimdiki grubu karşılaştırarak 2018 grubunu “35 yaşında birtakım haşerelerdi” diye tanımladı. Bu ifadeyi kabul edilemez buldum ve haddini bilmesi gerektiğini söyledim. Bütün bu konuşma kayıtlarının çözümü ekler bölümündeki İleri Oyunculuk’20 Değerlendirme Toplantısı başlığı altındadır. 


“Ayşe” ile 15 Ağustos’ta başlayan yazışmamızda Medrese’de çalışmaya başladığımız Leyla Erbil’in Ölü metnini çalışmaya devam etmek istediğini söyledi. Ben İstanbul’a geldiğimde ya da online çalışabiliriz dediğimde Medrese’ye gelerek çalışmayı tercih ettiğini söyledi. Bunun üzerine “Ayşe”nin 8 Eylül’de Medrese’ye tekrar gelmesini kararlaştırdığımızda “Ahmet”e 5 Eylül’de bir mesaj atarak “Ayşe”nin geleceğini haber verdim. Medrese’de o sırada kimse olmadığından çalışmalar dışındaki zamanlarda yalnız kalmasın diye “Ahmet”i de Medrese’ye davet ettim:


"Selam Bülent “Ayşe” gelecek 8inde çalışmaya. Sen de gelmek ister misin? Buralar biraz tenha olacak hem ona da yoldaşlık edersin hem de ilkeyle şarkı çalışırsınız filan."


“Ayşe” sekiz eylül akşamında geldi. Ertesi gün de “Ahmet” geldi Medrese’ye. Biz “Ayşe” ile daha önce başladığımız Leyla Erbil’in “Ölü” adlı öyküsü üzerine çalışmaya devam ettik. “Ahmet” de benim önerimle Hamlet üzerine çalışmaya başladı. 24 Eylül’de İstanbul’a dönmeden dört gün önce çalışmasını bana gösterdi. Sanırım benden beklediği tepkiyi alamadığı için çalışmayı sonlandırdı ve başka kimseye göstermedi. Ardından benim uluslararası bir online hareket atölyem için ikisi dört gün daha Medrese’de kalıp ardından birlikte İstanbul’a döndüler. 


Bülent Gültekin'in bana ve Medrese’ye karşı yönelttiği nefretinin sebebini anlamak için kendisiyle olan ilişkimin tüm detaylarını hatırlamaya ve düşünmeye başladım. Bülent Gültekin benimle tanıştıktan sonra üç yıl boyunca yaz aylarında sürekli atölyelerime katıldı ve Medrese’de kaldı. Birlikte çalıştığı öğrenci grubunun ara tatil çalışmalarına katılmayıp kışın tek başına benimle oyun çalışmak için Medrese’ye geldi. İstanbul’da kendisinin de katılacağı kış atölyeleri ya da oyun çalışmaları yapmam için mekân arayışına girdi. Bunun için İstanbul’da birçok mekanla görüştü.  Ancak bu üç yılın sonunda ben, kendisini oyuncu olarak yeterli bulmadım ve benim asistanım gibi davranmasına izin vermedim.  Bunun kendisinde bir aforoz hissi yarattığını sanıyorum.


 “İfşa” kampanyasının ilk günü de şöyle bir twit atmış benimle ilgili:


“Yine bir alanı tahakkümü altına almaktan geri duramayan bir eğitmen ve yönetmen... Maalesef bir mekan daha elimizden kayıp gitti.” [Vurgular bana ait.]


Bu twitteki soğukkanlılığı ve ruhsuzluğu görmemek mümkün değil. "Ayşe"  pek umurunda değil. Üzüldüğü(!) şey Medrese'nin elinden yitip gitmesi. Bu twitten sonra kimse kalkıp bana bütün bunların "Ayşe"nin çalışmamızdan sonra yaşadığı travmadan kaynaklandığını söylemeye kalkmasın. "Ayşe"nin pseudo travmasının asıl kaynağı "Ahmet" takma adlı Bülent Gültekin'den başkası değildir. 


Bülent Gültekin'in durumunu şöyle bir film senaryosu ile açıklamak istiyorum: Gururlu bir adam kendisini reddedip kötü davranmış olduğunu düşündüğü ve bu yüzden yoğun bir nefret duyduğu birinden intikam almak istiyordur. Gözü o kadar dönmüştür ki sevgilisine, gizlice çok ağır bir şekilde zarar verir. Ardından nefret ettiği kişiyle problemi olduğunu bildiği mahalledeki bir ekibe zavallı sevgilisinin hayatına kastedenin “o” kişi olduğunu söyler. Onlar da olayı anlamaya çalışmak yerine hatta zarar gören kadınla ilgilenmek yerine “o” nefret edilen kişinin peşine, yanlarına tüm mahalleyi de alarak düşerler ve o kişinin evini sararlar. Alacakaranlık kuşağı film senaryosuna benzeyen bu filmin devamında başrolü saldırılan kişinin yakın dostları alacak. 



Önceki Bölüm     Ana Sayfa     Sonraki Bölüm


İçindekiler: 

Kapak
1. Giriş
2. "Sahne Sanatlarında Cinsel Taciz” - Röportaj (2. Bölüm)
3. "İfşa"cı Mine Nur Şen ("Ayşe")
4. "İfşa" Kampanyası Sırasında Yapılan Görüşme
5 . Bülent Gültekin ("Ahmet")
6.  “İfşa” Kampanyasına #metoo Diyerek Katılanlar
7.  "İfşa"nın Organizatörleri: Güray Dinçol, Firuze Engin ve Diğerleri
8. “İfşa” Ekibiyle Medrese Arasındaki Yazışmalar Üzerine
9. Erdem Şenocak'ın Rolü
10. Sonsöz
EKLER
Mimesis Dergi’ye Cevap
"Ahmet" Takma Adlı "İfşa"cı Bülent Gültekin Hakkında -2
"Tiyatro Medresesi" İsmine Veda
Bir Takım Olaylar ve Mesajlar
"Ayşe" ve "Ahmet"in Kamp Sonrası Yaptıkları Yorumlar
Tandem Europe
“Basın” Hakkında
Arasöz
SusmaBitsin Platformu' ve 'Feminist Avukatlar'
"Grotowski Workcenter" ve Mario Biagini



Yorumlar

  1. Adsız12:41 ÖS

    Merhaba Celal Bey,

    Ben de o "Alanci" ekibin bir parcasi idim. Sizinle birebir tanismiyoruz ama adinizdan "davayi satmis" biri olarak bahsedildigini hatirliyorum. Yukarida birkac isim ve ornekle acikladiginiz "devrimsel siddet" olgusundan ve baska orneklerinden haberdarim. Hatta yukarida adi gecenlerden birinin, "Bu siddeti uygulayanlar surekli degismesin, bir vurucu tim kuralim" kurumsallasma onerisini tum ekibe mail olarak paylastigini cok net hatirliyorum. Ama bu onerinin ustu daha sonra kapanmisti ve vurucu ekip islerine derinden yapmaya devam etti. Ben de ayrilik surecinde Cem Tanir ve Ali Kerem Saysel tarafindan dayakla tehdit edilmistim.
    OFK tek adam rejimini altinda, tehdit ve dayak ile grup disina atilan, sonrasinda da yillarini bu gruba vefa etmis emekcilerin sosyal iliskilerden tecrit edilmesi ile devam eden bu siddetin sorgulanmasi gerekiyor. Ayrilis sonrasinda sosyal ve psikolojik olarak bircok kisinin kendini toparlayamadigini cok net biliyorum. Bu grupta yeralmis ve bu suclara bulasmis kisilerin ozelestiri vermesi gerekiyor.

    Tesekkurler,

    YanıtlaSil

Yorum Gönder